Başlıbaşına bir yazı konusuymuş: Konsey, yasaklı parti liderlerini Zincirbozan yerine Pakistan'a göndermek istemiş. Hatta Demirel sürgün haberini telefonda alınca, "Pasaportlu mu, pasaportsuz mu?" diye sormuş.
Pakistan'daki depremi Bandırma-Yenikapı feribotunda haber aldım. Karşımdaki yaşlı karı koca içten bir "vah" çektiler. Elbette o görüntüler karşısında, -ağlayan çocuklar, kadınlar, yaralılar, ölüler karşısında- herkes üzüldü.
"Bu leke çıkmaz" dedi Yusuf bey. Kendisi yılların kuru temizleyicisi. Canım trençkotumu evladiyelik tezgâhının üzerine uzatmış, görenin pek şaşırdığı, lekenin ruhunu okuyan bir nevi dürbün-gözlük-büyüteçiyle incelemede.
Karaköy'e indim. Balık aldım. Palamut. Epey ucuzlamış. Dalmış, balıklara bakakalmışken bir kadın daha geldi. "Taze mi?" diye sordu. "Taze" dedi balıkçı.
Bir romana başladığımda hayatım kayar. "Bittim ben," derim. Artık bu dünyada değilim. Bu sebeble küçük ev kazaları geçirir, yanlış paralar uzatır, yanlış telefonlar çevirir, elbiselerimi kuru temizleyicide unuturum.
Yazar Şebnem İşigüzel, Mehmet Eroğlu'yla yeni romanı 'Belleğin Kış Uykusu'nu Radikal için konuştu. Kitap unutmak ve sevgi üstüne. Yazar Eroğlu'na göre 'Sevgiye anlam uydurmak, yalan söylemektir'.
İlk Aziz Nesin kitabımı okuduğumda şunu düşünmüştüm: Şu üzerine uzanıp kitap okuduğum divanda az önce derman bulmaz acılarla kıvranıyordum, şimdi ne güzel avundum. Ergenliğin zorlu yollarında yürüyordum ve bilirsiniz işte azaptaydım
İnsan, Alice'in adını kirletmek istemiyor ama, Saddam'ın saklandığı çukur bana Alice'in tepe taklak daldığı tavşan deliğini hatırlattı.
Heidegger'i, Büyülü Dağ'daki Hassan Sabbah'a benzeten Sartre, 1952'de Almanya'ya yaptığı ziyarette söylemiş bunu...
Kabataş'ta yol alırken İbrahim Tatlıses'in billboard'una dikkatle bakmaya çalışıyorum: Renkli lens mi takmış?