Halkın Arasında-4 - 23/10/2005

İstanbul Dubai değildir!
Başlıbaşına bir yazı konusuymuş: Konsey, yasaklı parti liderlerini Zincirbozan yerine Pakistan'a göndermek istemiş. Hatta Demirel sürgün haberini telefonda alınca, "Pasaportlu mu, pasaportsuz mu?" diye sormuş. Pakistan'a gönderilmeleri ilginç olur geçen haftaki "Pakistan ile Türkiye'nin Senkronize Tarihi" başka bir hal alabilirmiş. Bizimkilerin Salman Rüşdi'nin 'Utanç'ına konu olmalarına ramak kalmış. Neyse, bugünkü meselemizle bunun bir ilgisi yok.
Bugünkü meselemizle çocukluğumda tanıdığım Niyazi bey amcanın ilgisi var ve müsadenizle size ondan söz edeceğim. Kendisi rahmetli babaanne ve dedemin arkadaşıydı. Güzeller güzeli karısının ölümünden sonra üst üste dört kere evlendi. Niyazi amcanın bir yıl içinde iki kere evlenmişliği vardı. Talihsizliği her bir eşinin evi yeni baştan dayayıp döşemesiydi. Dedem "Asabiyesi bozuk" diyordu. Bugünün diliyle "bunalımda." Bu renkli insanlar sayesinde romancı olduğumu kabul etmeliyim. Niyazi bey amcaya her ziyaretimizde onu bambaşka döşenmiş bir salonun ortasında görür ve nedense evin değil onun değişmiş olduğunu düşünürdüm. Çocuk aklımla biz başka başka evlere gidiyorduk ve orada Niyazi bey amcaya çok benzeyen adamlar vardı. Sonunda durum benim açımdan açıklığa kavuştu: Ev de Niyazi amca da biricikti, değişen eşler ve eşyalardı. Nur içinde yatsın babannem, "Bu evde eşyaya bile gerek yok" derdi. Gerçekten ev öyle güzeldi ki...Eşler yanımızdan ayrıldığında Niyazi amca fısıldardı, "Bana mı soruyorlar efendim..."
Bize mi soruyorlar?
İstanbul'un Belediye Başkanları, Niyazi bey amcanın müsrif, keyfi değişiklikler yapan epey de zevksiz eşlerine benziyor. İstanbul da, Niyazi amcanın bir boya badana, küçük bir bakım yetecek kadar güzel evine. Evet bu hikâyede bizler de Niyazi amcaya benziyoruz: "Bize mi soruyorlar efendim?"
Halka sormak, halkın da fikrini almak, gibi bir geleneğe sahip olmadığımızı biliyorum. Bir şehir kültürünün, şehir planlamasının olmadığı da ortada. Sorun şu, bu daha ne kadar devam edebilir, ısrarla sürmesi sonucunda İstanbul'un başına neler gelir? Siyaset öncesi muhallebiciliği ve fırıncılığı tecrübe edenlerin iyi birer belediye başkanı olabilmesi için ne yapmak gerekir? Şehir kültürü nedir, nasıl oluşur? Zor sorular. Herkes İstanbul için tıpkı Niyazi amcanın pervasız eşleri gibi aklına eseni yapıyor. Şehrin merkezine kondurulan Cevahir Alışveriş Merkezi örneğinde olduğu gibi. Bir sabah şehrin koynunda uyanmış bir canavar gibi. Milliyet gazetesinden Güneri Civaoğlu kendisine uçak kaçırttığı için -Cevahir ailesine iyi insanlardır, hoş insanlardır demeyi ihmal etmeden- bu hilkat garibesi yapıyı yazmış. Keşke medya çok öncesinde olacakları ısrarla söyleseydi; bölge trafiği kilitlenecek, park sorunu olacak, böyle giderse günlerce arabanda mahsur kalacaksın...
İstanbul'u bekleyen yeni bir tehlike daha kapıda: Galataport. Size sordular mı antrepoların yerine ne yapalım diye? Sorsalardı tercihiniz ne olurdu? Kim almış, kaça almış, Galataport'u kaçırdığına yananları geçin, oraya bir şey yapılmak isteniyor. Bu konuda bir fikriniz var mı? Modern Sanatlar Müzesi oradan kaldırılmak isteniyor, yıllardır orada duran antrepoların bir anda şehre nasıl uyumsuz olduklarına karar veriliyor.
Dalan'ın marifetleri
Güzeller güzeli talihsiz İstanbul'un bütün belediye başkanlarının buna benzer vukaatları var. Bir şehrin başına geçirilecek en son adam olan Bedrettin Dalan'ın icraatlarına bakalım: Tarlabaşı Bulvarı bugünler düşünülmeden hooop diye açılıvermişti. Bugün o sokaklar, o yapılar dursa daha iyi olmaz mıydı? Elbette Dalan yıldızı parlayan Beyoğlu'nun bugününü düşünemedi. Bir şehrin anılarını, geçmişini yok etmekten daha acı ne olabileceğini hesaba katmadı.
İstanbul'un sahil yolları da birer katliam değil midir? Neden şehrin eski görüntüleri hepimize daha büyülü ve güzel görünür? Tarihi yarımadayı surların denizle ilişkisi kesilmemiş haliyle gösteren fotoğraflarında gördünüz mü? Böyle güzel ve etkileyici bir görüntüyü yok etmek için bir manzarayı seyretmeyi bilmemek, görmeyi, bakmayı bilmemek gerekirki sorun bu: Bir şehri varolan güzellikleriyle, değerleriyle koruyup genişletmek, aksamadan işler hale getirmek başka bir beceri. Bu becerinin bir ekibi olmalı. Bu ekibin içinde teknik adamlar olduğu kadar sosyologlar da, antropologlar da, sanatçılar da, halktan temsilciler de olmalı. Sonrasında da halka dönüp sorulmalı: Mutabık mıyız? Halk belediye başkanlarının kişisel fikirlerine katlanmak zorunda değil. İstanbul'un eski belediye başkanlarından Nurettin Sözen'in metroyu Maslak'a kadar götürmek varken 4. Levent'de bırakmasının nedenini soranlara "Ben plazalara metro götürmem," diye açıkladığı iddia edilir. Gökkafesi dikip kaçan eski Şişli Belediye Başkanı Gülay Atığ değil mi? İstanbul bu kamburları taşımaya mecbur mu?
Taksici geyiklerinden hoşlanmasam da geçen gün bir tanesi İstanbul için çok güzel bir şey söyledi: "Maşallah öyle güzel ki, delirttiler ama çirkinleştiremediler." Doğru. Şimdiki belediye başkanı Kadir Topbaş'ın ise başka hülyaları var: O İstanbul'u Dubai'ye benzetmek istiyor. İstanbul, İstanbul'dur. Bu şehir 30 yılda kurulmadı ki, Haydarpaşa Garı önüne yanar döner kuleler dikilsin, fıskiyeli havuzlarla bezensin, o güzelim vapurları kaldırıp yerine konserve kutusu gibi deniz otobüslerini konulsun.
Yeter!
Tarihi yarımadanın karşısına, antrepoların yerine ne koyacaklar? Alışveriş merkezi mi? Bunun çevre ulaşımını nasıl etkileyeceği düşünüldü mü? Halkın para harcamasını sağlayacak alışveriş merkezleri kurmaktan öte yapılabilecek şeyler nelerdir? Siz ne olmasını isterdiniz? Kadir Topbaş bir muhallebici dükkanı işletiyor olsa, kusur bulduğunuz muhallebiyi geri gönderirsiniz. Ama İstanbul'u yönetmek böyle değil, Galataport'ta tadı tuzu olmayan, geri çevrilebilecek bir muhallebi değil. Oraya halkın ne olacağını bilmediği bir şey kondurulacak. Bizler de Niyazi bey amca gibi 40 yıllık şehrimizin bu yeni eşyasına alışmak zorunda bırakılacağız. Gerçi hikâyenin sonunu bilmiyorsunuz, "Yeter," dedi bir gün Niyazi bey amca ve dördüncü karısının klasik tarzda döşediği evin bütün eşyalarını fırlatıp attı. Babaannemin alt komşusu Nazlı hanım şal desenli bir abajuru yolun ortasından kapıp gelmişti. Sonra bende meraklanıp koşmuş Bebek Cevdet Paşa Caddesi'nin ortasına saçılmış eşyaları, kornişleriyle uçan perdeleri, boş çerçeveleri, iki bacaklı -gerçekten- oymalı sehpaları gözlerimle görmüştüm. Yanılmıyorsam ben de, sonrasında babaannemin geri götürdüğü bir çift kadife yastık kapıp gelmiştim. Niyazi bey amca 'Türk Casusları Ansiklopedisi'ni yazmayı planladığı yeni hayatına işte böyle geri döndü: Kendisine dayatılan eşyaları sıpıtıp atarak.
Ne yazık ki İstanbul'un belediye başkanlarının kondurduğu şeyler Bienal'in yıkılan strafor Davut heykeli gibi değil. Dalan'ın doldurduğu denizleri, Tarlabaşında yıktığı Rum evlerini geri getirebilir misiniz? Swiss Otel'i Dolmabahçe'nin sırtından çekebilir misiniz? Cevahir Alışveriş Merkezi'ni gömebilir misiniz? Kadir Topbaş'ın Dubaivari kuleleri strafordan olmayacak. Galataport da öyle.
İstanbul, başına gelen belediye başkanlarının legodan kurduğu bir şehir değil. Kimse belediye başkanlarının fantezilerini görmek istemiyor. Bunca kötü icraatın içinden geçen bizlerin de -çuvaldız geliyor!- güzel nedir bilmesi, insani olan hangisidir seçmesi, seçebilmesi gerekiyor.
12 Eylül'de darbelerin darbesini yapanların, yasaklı siyasileri göndermekten vazgeçtikleri Pakistan'a gelecekte İstanbul'un belediye başkan adaylarını gönderelim! Turistik bir gezi, küçük bir deney için: Şehirlerin en çirkini İslamabad'ı görsünler. İslam mimarisinin kalpsiz suretini, Moğolların hayal bile edemeyeceği kadar fazla Moğol kemeri olan binaları. Olumlu izlenimlerle dönenleri tercih etmeyelim!