Pakistan ile Türkiye'nin senkronize tarihi
Pakistan'daki depremi Bandırma-Yenikapı feribotunda haber aldım. Karşımdaki yaşlı karı koca içten bir "vah" çektiler. Elbette o görüntüler karşısında, -ağlayan çocuklar, kadınlar, yaralılar, ölüler karşısında- herkes üzüldü. Bu coğrafya da bir deprem bekliyor. Bu sebeple biraz daha katmerlendi üzüntü. Karşımdaki hanım tansiyon ilaçlarını çıkardı, kocasına sordu: "Deprem olduğunda, Marmara'da tsunami olacak mı?" Dudak büktü kocası. Kadının sonraki sorusu çok daha anlamlıydı: "Ziya Ülhak Pakistan'ın cumhurbaşkanı mıydı, bir de kadın başbakanları yok muydu?" Kocası bu defa dile geldi: "Kenan Evren'e gider gelirdi. Öbürü de Ali Butto'nun kızıydı, Benazir". Koca önce karısının, sonra kendisinin seyahat yastığını şişirdi. Bunları boyunlarına yerleştirip yanyana koltuklarda da olsalar kıç kıça dönüp uykuya daldılar. Kollarını göğüslerinde kavuşturup bacaklarını hafifçe karınlarına çeker çekmez tarafımdan "senkronize çift" olarak adlandırıldılar. Uyku "puflamaları" da aynı anda başlayınca ne kadar haklı olduğumu anladım.
Onları seyrederken düşündüm: Acaba bu senkronize çiftin biraz önce saydığı, Pakistan'ın siyasi tarihine ait isimler, hafıza çöplüklerinin hangi bölümündeydiler? Kokuşmuşlar bölümünde mi, iyi şeyler bölümünde mi? Yoksa hafıza çöplüklerinde sadece kişisel anıları için mi böyle bir tasnife ihtiyaç duyuyorlardı? Toplumsal olayların kazındığı belleklerinde her yer, her yerde miydi? Benazir, Marilyn Monroe, 12 Eylül, Safiye Ayla, Kenan Evren, Müzeyyen Senar, Ziya Ülhak, Hulusi Kentmen, Madımak Oteli Katliamı, Gazi Mahallesi Olayları, gözaltında kayıplar daha pek çok şey; iyiler, kötüler, çok kötüler, en kötüler ayrımı yapılmaksızın öylece duruyor muydu? Öyle olmalıydı. Öyleyse ne kötüydü. İnanın bu senkronize çifti uyandırıp soracaktım: "Benazir'i, Ziya Ülhak'ı, Zülfükar Ali Butto'yu nasıl bilirsiniz?" Sapla samanı birbirine karıştırdıklarından hiç şüphem yok. 12 Eylül deneklerinde bu sıkça rastlanan bir semptom. İyi göremiyorlar. Görmeleri de istenmiyor ya da beklenmiyor onlardan. Elbette Kenan Evren ve darbecileri göremeyen bir güruhtan, başka bir ülkenin demokrasisini delik deşik etmiş "diğerlerini" gerçek yüzleriyle tanımalarını bekleyemeyiz. Yine de bir afyon bulutunun içinde yaşamamalıydılar. Ziya Ülhak'ı kadim dostu Kenan Evren'le mest olmuş bir biçimde 'Şark Bülbülü' adını verdiği Emel Sayın'ı dinleyen adam olmaktan öte tanıyabilmelilerdi. Bilmelilerdi ki kendi ülkesinde İslamlaşma programı çerçevesinde binlerce kişinin canına okudu, hayatı zindan etti. Onlardan bunu bilmelerini nasıl bekleyebiliriz, daha burunlarının ucunu göremiyor, 17 yaşındaki gençleri oybirliğiyle idama gönderenlere soramıyorlar: "Darbe kisvesi altında yaptıklarınızın elle tutulur bir tarafı var mıydı?" diye. Nerde kaldı Pakistan'ın zalimlerinin ne mal olduğunu bilmek.
Demir donlu bakire
Bir zamanlar Türkiye'nin kardeş bir ülkesi vardı: Pakistan. Karşımda uyuyan senkronize çift gibiydi Pakistan ve Türkiye. İki ülkenin siyasi tarihini yan yana koyup okusanız şaşarsınız benzerliğe. İki ülkenin tarihi Kenan Evren-Ziya Ülhak, Tansu Çiller-Benazir Butto eşlemesi gibi pek çok politik eşleme yapmaya elverişli. Romancı Salman Rüşdi'nin "Demir Donlu Bakire" lakabıyla andığı Benazir yakın çevresine tatlı imkanlar sağlamış bir kadın siyasetçi sözgelimi. Hatırladınız değil mi? Çiller ile kurşun geçirmez yelekler kuşanıp el ele kol kola Bosna'ya giden Benazir. Bu arada ikisinin ülkesi de kan gölü, faili meçhul hayaleti kaynayan lanetli bir bataklıktı.
Hakkını vermek lazım Pakistan'daki siyasilerin iktidar çılgınlığı bizimkilerden bir doz daha ağır. Tam, "Bitmiyor ki bitsin" durumu. Onlarda siyasilerin cidden demir pençeleri var: Taktı mı, iktidara asıldı mı milletin ciğerini söküyorlar. Astığım astık kestiğim kestik döneminden sonra köşesine çekilip nü resimler yaparak kendini rezil eden generalleri yok mesela. Hayat iktidarla devam ediyor. Yine aynı şekilde babasının kızı "Demir Donlu Bakire" Benazir'in siyasetten çekilip "Rejim yapacağım, başbakan olduğumda 34 bedendim" demesi düşünülemez bile. Kocasının da "Benazir ben, yaşam enerjisi, yeniden doğuş, olmadı içimizdeki çocuk konusunda kitaplar yazacağım" demesi... Kötünün iyisi diye ben buna derim!
Nitekim Kenan Evren'i bize en uygun kardeş ülkeyi seçtiği için tebrik etmek lazım. Niye demokrasiye gönülden bağlı bir memleket değil de Pakistan? Kardeş olmak için bir kan bağı gerekir. Bir zamanlar Türkiye ile Pakistan'ın iğfal edilip duran demokrasileri üzerinden kan bağları vardı. Kardeşlerden birinin kanı artık değişti. Komadan çıktı. Akli melekelerinin tam olarak işlemesi biraz zaman alacak ama olacak. Bundan böyle vasiliğine darbecilerin atanması biraz zor.
Kardeş ülke Pakistan'da tünelin ucu bir türlü görünmedi, "utanç" bitmedi. Niyetim Pakistan'ın siyasi tarihinden daha fazla söz etmekti ama bağımsızlığını kazandığı 1947'den sonra olagelenleri sıraladığımda "pes" dedim. Bir zamanlar iyi seçilmiş kardeş bir ülkenin vatandaşı olarak "Bu kadar olmaz" dedim. Batıdan bize bakan birilerinin 80 ve 90'lara, Hayata Dönüş Operasyonu'nun yapıldığı 2000 yılına dair söyleyecekleri gibi.
Salman Rüşdi'nin, 1983'de yayınlanan 'Utanç'ı (Aslı Biçen çevirisi, Metis) Pakistan siyasetini konu alan politik bir romandır. Rüşdi, ülkesinin siyasi tarihinin 83 sonrasını yazmak istese yine aynı romanı yazmış olurdu. Felaketin ve kötünün bitmek tükenmek bilmez tekrarı.
Komadan çıkanların yüzde 50'si "Ben neredeyim?" sorusunu sorarmış. Diğer yarısı ise, "Bana ne oldu?" Pakistan'ın bu iki soruyu da sormasına, komadan çıkmasına zaman var. Ama biz bu iki soruyu sorabiliriz. İspanya ve Yunanistan darbecileriyle yüzleşip yollarına devam ettiler. Kardeşlerimize iyi örnek olmak için sıra bizde.