Bir romana başladığımda hayatım kayar. "Bittim ben," derim. Artık bu dünyada değilim. Bu sebeble küçük ev kazaları geçirir, yanlış paralar uzatır, yanlış telefonlar çevirir, elbiselerimi kuru temizleyicide unuturum. Oysa hiç böyle değilimdir.Hayal etmek, kurmak, yazmak adını verebileceğim saadet dolu döneme geçişim, yeni bir romana başlama ânında olur bütün bunlar. Endişem başlama zamanının gelip gelmediğinden emin olmaya çalıştığımda artar.
Buraya gelene kadar roman fikri çoktan yakama yapışmış, aramızda müthiş bir boğuşma yaşanmıştır. Kahramanlarım gözüme görünmüşlerdir. Ne anlatacağımı, nasıl anlatacağımı kabaca bilirim. Bu durumun bir sürü sıradan tarifi olabilir: Tramplenin ucundan havuza bakmak bakmak, aradaki mesafeden ürkmek ama atlarken, burnunun ucu suya değerken mutlu olmak. Avının peşinde dolanmak dolanmak onu yiyeceğinden emin olmak ama bu anı uzatmak konusunda ısrarcı davranmak.
'Yüzerek adalara geçiyorum'
Son romanım Çöplük'de "Başladım, başlıyorum, zamanı geldi değil mi ?" endişesi beni yerlerde süründürüyordu. Şuna ihtiyacım vardı sanırım; durup düşünmeye. Bunun çeşitli metotları vardır ve garip bir evredir. Sarmaşık'ta mesela, neredeyse yüzerek Yunan adalarına geçiyordum. Yine Sarmaşık'ın bir yerinde ne yapacağıma karar verebilmek için ev işlerinden nefret edip hiç yüz vermememe rağmen bütün birgün ütü yapmıştım. Romanın sonundaki sürpriz bu meşakkatli ütüde bulunmuş, sol elimin üzerindeki yanık izi de aynı günün hatırası olarak kalmıştır.
Çöplük'e başlamadan önce roman fikrinin kafama iyice yerleşip yerleşmediğinden emin olma, endişelerimden kurtulma ânım ayaklarımı sürüye sürüye gittiğim bir davete tekabül eder. Kıştı. Haftasonu için köydeki evimize gitmiştik. Köylülerden birisinin bebeğinin doğum kutlaması vardı. Çok ısrar ettiler, katıldım. Pencereden Midilli görünüyordu. Ege kabarmıştı. Nar ağacanın dalı pencereye vuruyordu. Denize doğru inen yamacın tatlı bir eğimi vardı. Güzel manzaraydı. İşte o zaman uzun uzun romanımı düşünme, doğru soruları sorma fırsatını buldum. Herkes bana bakıyordu. Sıkılmıştım.Derken Fatma Nine gelip yanıma oturdu, kendimi iyi hissettim. Köyün en yaşlı kadını. Gençliğinde Midilli'ye bakmaktan kendini alamazmış. Bu öyle garip bir tutkuya dönüşmüş ki kocası Midilli'yi göremesin diye evlerini ters yaptırmış. Ama Fatma Nine gözlerini kapadığında görür olmuş. "Tövbe et Fatma, günah," demiş. Orada yaşayanların inançsız olduğunu düşünerek böyle söylemiş. Fatma Nine'nin kendisini Midilli'yi seyretmek istemesine ikna etmesi doğrusu iyi hikâyeydi. Kendisi de olağanüstü kısa cümlelerle dillendiriyordu geçmişini. Geçmişten kaçış yoktu. Çöplük'ün kahramanları için de bu böyle olacaktı.
Dualar bitmişti. Topluluktaki kadınlardan birisi, "Dinleyebildin mi?" diye sordu. " Hayır," dedim. Bir iki kadın daha ellerinde olmadan başka başka şeyler düşündüklerini itiraf ettiler; "Tövbe," dediler. Yan odadaki fısıltılar karşımdaki Ege denizi gibi kabardı, ev sahibi Hoca Hanım'ın yanlış dua okuduğunu duyurdu. Tahammülsüz genç bir kadın, "Yeni baştan mı okunacak ?" diye sordu. Sonunda Hoca Hanım'ın doğrusunu içinden sessizce okuyacağı bilgisi ulaştı. "Yenilip içilebilir," izni çıktı. Fatma Nine'nin elini sıktım. Bulmuştum, Çöplük öyle bir roman olmalıydı ki bir kere daha okunmak istenmeliydi ya da sonunda başka bir roman daha oluşmalıydı. İşte romanımla ilgili en büyük endişem o zaman doğdu: Bunu yapabilir miydim?
Eve döndüm. Gece oldu. Uyuduk. Çöplük, evsizlerin, sokaklarda yaşayanların, düşkünlerin romanı olmamalıydı. Roman bir çöplüğü karıştırma duygusu vermeliydi. İşe yaramaz bir sürü şey arasında bulunan değerli bir şey, eğlenceli bir şey, işe yarar bir şey. Heyecanlandım. Uyuyamadım. Kalktım.
Bir romanı kafama çakarken tuttuğum küçük defterler vardır. Bir iki not almalıydım. Sıcak yatağımdan bu amaçla kalktım. Defter aşağıdaydı. Merdivenlerden inerken kaydım, düştüm. İyi düşüştü. Boylu boyunca bir ksilofonun üzerinde kayıp gider gibi. Dolayısıyla epey sessiz. Kendimi sırt üstü alt katta buldum. Kızım uyanır da aşağı inmeye kalkar diye yukarı bakmaya çalıştım. Onun ayak seslerini duysam, "Merdiven karanlık, dur," diyecektim. Kimse duymadı, kimse gelmedi. Başımı kötü vurmuştum. Belki beyin kanaması geçiriyor, ölüyordum. Ölüm nedenim merdivenlerden düşmekti ama bu haberi yapılırken hikâye edilirdi. Merdivenlerden düşerek ölen yazar olmak canımı sıktı. Yazar olarak en büyük endişelerimden birisi de budur: Romanlarımda konu ettiğim türden felaketlerin kurbanı olmak. Sonra kötü kalpli gazetecilerin ölüm haberimle romanlarımda konu ettiklerimi aynı potada (bu kelime onlar için !) eritmelerinden korkarım..
'İki yerde yutkundum'
Düşmek bana yaramış, Çöplük kafama iyice yerleşmişti. Sonra eve döndük. Çöplük'ümde eşelenmeye başladım. Yazdığım şiddetli bir romandı ama bu beni hırpalamadı. İtiraf edeyim; Leyla'nın Kurt tarafından parçalandığı o dehşetli geceyi gözümü kırpmadan yazdım. Romanın iki yerinde yutkundum, birinci bölümün sonunda Çöplük'te atış talimi yapanların Kömür'ü vurması ve romanın sonunda dedem Abidin İşigüzel'in, Leyla'ya "Oysa ben senin için neler düşünmüştüm," deme sahnesi.
Yazarken bir de nasıl desem, kadınca endişelerim olur. Sarmaşık'a başladığımda 48, bitirdiğimde 50 kiloydum. Çöplük'e 50 kiloda başladım 52 kiloda bitirdim. Bu sebeble Çöplük'de benim için lise yıllarımda kalan eskrim sporuna dönüş yaptım. Kafa Koparan'ın kılıcı işte böyle peyda oldu. Sarmaşık'ı yazarken çok parasızdım, korkunç sırt ağrıları çekiyordum. Çöplük'de şifa buldum. Yine de çok uzun çalıştığımda tutan sırt ağrılarım için boylu boyunca yere uzandığımı hatırlıyorum. Hedefim ters takla atarak masamın başına geçebilmekti. Yıldız ve Akira'nın akrobasi hareketlerinin esin kaynağı kendim için kurduğum bu hayaldir.
İşte beni en fazla endişelendiren romanım, Çöplük böyle doğdu. Doğumu, Leyla'nın bir salkım kara üzüme benzeyen oğlunu plasentasıyla -hatta rahimiyle- birlikte çıkarmasından çok daha kolay oldu.