İnsan, Alice'in adını kirletmek istemiyor ama, Saddam'ın saklandığı çukur bana Alice'in tepe taklak daldığı tavşan deliğini hatırlattı. Hatırlayalım; kahramanımız yelek cebi ve saati olduğuna şaştığı bir tavşanın ardından hiç düşünmeden bir deliğe dalar. Bu o kadar ani olmuştur ki Alice durmayı düşünemeden kendini çok derin bir kuyuya düşerken bulur. Bir bakıma Amerika'nın vakti zamanında var ettiği Saddam'ın, Kürtlere ve Kuveyt'e dalması gibi. Biliyoruz ki çocukluk hatıralarımızın sevgilisi bu deliğe tatlı merakından düşmüştü, Saddam'ı ise her defasında Amerika itti.
Adını bu kirli işlere karıştırmaktan hicap duyduğum Alice, hikâyenin yine en başında -yani düşüşü devam ederken- çok masumane ve tabii ki akıllıca bir soru sorar: "Acaba dünyanın içinden geçip gidene dek düşecek miyim?". Saddam, bir tiran olarak varlığı uğruna halkına uygulanan "mahrumiyetin" sonunun gelip gelmeyeceğini bir kere olsun sormadı. Dublörleriyle, saraylarıyla, pala pala bıyıkları, tek elle ateşlediği silahlarıyla Saddam dünyanın gözü önünde korkunç bir masal kahramanı gibi yaşadı. Yani size, Alice'in o tavşan deliğinden düşerken rafın üzerinde Portakal Marmelatı yazan bir kavanozu alıp, boş görüp düş kırıklığına uğradığı, kavanozu birisini öldürmekten korkup elinden atamadığı için yanından hızla geçip gittiği rafların birisine bırakmayı başarması nasıl "uyduruk" geliyorsa, Saddam'ın ve onun karşısındaki işgal güçlerinin, Bush ile Blair'in varlığı da bir o kadar tuhaf. Alice Harikalar Diyarında'nın "masal" olduğu gerçeği gibi; kitle imha silahları var-yok, "İzin ver arayalım", "Sarayıma ve özel hayatıma girmeyin!" tartışmaları da bir o kadar "masal" değil miydi? Amerika, masalların "inanmaya çalış canım" gerçeklerine benzeyen nedenlerle, ıslanmış fişekten başka bir şey olmayan Saddam uğruna Irak'a girmedi mi? Haritaları ülke zannedenler ciddi sivil ölümlerine yol açmadılar mı? Yaşadığımız şu dünyada, tanıklık ettiğimiz bu zamanda, siyasi haritalarda vicdansızca ve korkusuzca ilerleyen parmaklar gibi hiç utanmadan operasyonlarını "şok ve dehşet" benzeri isimlerle vaftiz etmediler mi? Alice'in, üzerinde "Ye beni" yazan sihirli bir pastayı yemeden önce düşündüğü şey, "Beni büyütürse anahtara ulaşabilirim, küçültürse kapının altından geçebilirim. Her iki durumda da bahçeye girebilirim. Hangisinin olacağı umrumda değil" hali, Bush'un Irak politikasından daha masum ve akla yatkın değil mi?.
"O tavşan deliğinden de düşülür mü canım?" dediğimiz Alice, düşüşü sürerken kedisi Dinah için, "Çay saatinde ona bir tabak süt vermeyi unutmasalar bari" diye düşünmüştü. Saddam'ın canını kurtardığı delikte halkını düşünmediği ortada. Masallarda bir iyi, bir kötü vardır. Irak meselesinin ne aklı başında bir lideri ne de direnişçiler arasından çıkan bir kahramanı oldu. Yani bu meselenin, bu masalın "iyi"si yok. Sadece ölen, hayatı kayan Iraklılar ve bu iğrenç masalı gazetelerden, televizyonlardan takip eden "masumlar" var.
Alice'in delikteki düşüşünün uzun sürüşünü, Lewis Carroll şu güzel cümleyle
özetlemiştir: "Ya kuyu çok derindi ya da Alice çok yavaş düşüyordu." Amerika ve İngiltere'nin Irak konusundaki tutumlarını, Saddam'ın var edilmesi ve yok edilmesini tatbik edebileceğiniz bir mantık. Ya kuyu çok derin ya da düşen yavaş düşüyor.
Birçok kez ölür korkaklar
Saddam'ın cehennemin dibinden bulunup çıkarılmasını Clinton olsa, T.S. Eliot'ın 'Wasteland' adlı şiirinden bir dizeyle duyururdu; "Bir avuç toprakta korkuyu göstereceğim sana." Bir faşistin en mühim özelliğinin öldürmekten değil, ölmekten korkmak olduğunu bilenler ise, Shakespeare'in şu dizesini hatırlayabilirler: "Birçok kez ölür korkaklar ölmeden önce." Kuşkusuz Bush, kaşla göz arasında, Şükran Günü münasebetiyle Bağdat'a gidip gelen bir "korkak" olarak, seçim skorunu düşünmüştür en önce. Bu masalda kimsenin, bir ölüme sebebiyet vermemek için elindeki boş kavanozu aşağı atmaktan korkan Alice gibi davranmasını beklemeyin. Ne garip, insanlık adına karar veren ve konuşan bütün liderler ölmekten ve öldürülmekten korkuyorlar. Yakında Amerika'nın şaklabanları şöyle espiriler
yapacaklardır; "Saddam'ın korkmadığı tek şey varmış o da klostrofobiymiş."
Saddam'ın ele geçirilme halini bin türlü farklı noktadan ele almaya çalışanlar olacaktır. Onlar arasında bu saklanma şeklinin ilhamının Müslümanlıktaki mezardan alınmış olduğunu söyleyenler bile çıkabilir. Saddam diri diri mezarına girmiş bekler, başının üzerindeki toprak ince ince üzerine yağarken, kuyruğunu kurtarmaya çalışan bir solucanı -karanlığa rağmen- görüp neler, neler düşündüğünü merak eden ve kuranlar da çıkacaktır.
Bizim Alice'imiz ne yerin dibine geçen tiranlara ne de kürsülerden gözümüze baka baka yalan söyleyen başkanlara benzemiyor, ama Saddam'ın yüzyüze geldiği -elbette yabancısı olmadığı- dünya, Alice'in "harikalar diyarına" çok benziyor. Nasıldı, nasıldı Alice'in harikalar diyarı: Çılgınlıklar, saçmalıklar ve gerçeküstü olaylar esastı. Bilmecelerin çözümü yoktu. Şarkılar hiçbir şey söylemiyordu ve her şey tuhaf sözcük oyunlarıyla çarpıtılmıştı.