Çocukların hayatı zor. Oraya geleceğiz. Şimdi hiç olmayacak bir yerden konuya gireceğim: Plajda güneş kremi bulaşığı ellerle okunacak, kurtulmanın, kaçmanın, zengin olmanın, başarının, bir vuruşta devirmenin daha pek çok şeyin yollarını öğreten kitaplardan öte Türk yayıncılar kan ağlıyor. Söylemiştim; çocuk kitapları üzerine bir makale için çok uygunsuz bir giriş olacak, oldu, farkındayım ama devamı var: Buna rağmen artık ellerini kitaba sürmeyen yetişkinler çocuklarına kitap alıyorlar. Şöyle ki: Rahat rahat tüketen insanlar, gelir düzeyi yüksek olanlar her şeyi alıyor, alıyorlar da kitap denince akılarına 'çöp' diyebileceğimiz kitaplar geliyor. Buna rağmen çocukları için kitap almayı akıl edebiliyorlar. Akıllarının bir köşesinde kalmış okumak iyidir sözünün hatırına. Çocukları için pek çok kitabı belki sadece almış olmak için alıyorlar. Bu onların sorunu. Kendileri de okumayacaklarını bildiklerinden kitap almıyorlar ya da işlerine yarayacak yol yordam öğreten 'çöp' kitapları tercih ediyorlar. Evet sonuçta çocuklar için kitap alınıyor. Onlar da okuyorlar. Yani umut ediyorum okuyorlardır.
Tekrar başa dönüyorum: Çocukların hayatı zor! Çocuk demeye şahit ister bir durumdalar. Televizyon, internet, bilgisayar, bilgisayar oyunları, tüketim çılgınlığı, beton kutularda bir hayat, özel özel okullar, sadece kendi sınıfından insanları bilme ve tanıma hali, sinema, ebeveynlerin tuhaflığı, değişen aile dengeleri, roller, hormonlu gıdalar, trafik, servisler, yaz tatili denince yaz okulu. Görünürde bizim çocukluğumuzdan farklı. Ortak noktamız şu: "Atatürk 1881 yılında Selanik'de doğdu. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Bey'di." Ben kargaları kovalayan çocuk Atatürk'e sempati duymuştum ama kızım onunla ciddi ciddi evlenmeyi düşündü. Daha küçücüktü ve özel bir okulda tanıtılmaya çalışan Atatürk'ün kendisine cazip gelen taraflarını birer birer saymıştı: "Kargaları ve Bandırma vapuru var." Ben bunları düşünmemiştim. Gerçekten ciddiyetle öğrenmiştim Atatürk'ün hayatını, ilkelerini, başarılarını, savaşlarını. Ama şimdikiler, karga ve Bandırma vapuruyla özetleyiveriyorlar onu. Bu kötü değil. 1980'den beri verilen eğitim bilgisini bu tarafından yakalamalarının tek nedeni: Çocuk sineması ve çocuk kitapları. Bugünün çocukları için bambaşka bir hayat ve düşünce tarzı oluşturuyorlar. Konumuz bu değil. Konumuz çocuk kitapları. Çocuk kitapları şahane sevgili okuyucular!
Bizim ilk kitabımız Ali Mitgutsch'un Komm mit ans Wasser'ıydı. Bu sihirli bir kitaptı. Hiç kaybolmadı. Bir kere dolmuşta, bir kere vapurda, bir kere parkta unuttuğumuz halde bulundu. Hatta vapurda unuttuğumuzda ve bulmak için hiç umudumuz olmadığını düşündüğümde arkamızdan elinde kitap koşturan beyefendi yerde uğur böceği gibi sırt üstü yatmış ağlayan kızıma, sonra elinde koşturduğu kitaba bakıp sormuştu: "Bunun için mi ağlıyor?" Sonra başımıza toplanmış, "Kızım çocuk saralı mı?" diye soran ikiz yaşlı nineler. Bilmem hiç yaşlı ikiz gördünüz mü? Hele tıpkı çocukluklarındaki gibi bir örnek giyinme alışkanlığını sürdürenlerini? Bunlar öyleydi ama ben çok yorgundum önce onları çift görüyorum sandım. İkiz olduklarını arkalarından bakınca anladım, neyse- işte bu nineler, uğruna kıyametin koparıldığı bu kitaba kutsal bir kitaba bakar gibi baktılar zira benim ufaklık büyülenmiş gibi ağlamayı kesip burnunu çeke çeke kitabını kucakladı. Bu kitap, kızımın boyu, dizlerimi bir buçuk kafa boyu geçtiği günlerde gittiğimiz bütün restoranlarda masadan yemeğimi bitirerek ve doyarak kalkmamı sağladı. Bir tek yemek sonrası kahvem geldiğinde 'Yakala beni anne!' oyununu oynamaya başlamış oluyorduk ama olsun bunun bana soğuk kahve içme alışkanlığı kazandırmaktan başka bir zararı olmadı.
Mutluluk ve çocuk kahkahası
Çocuğumu oyaladı, keyfimi bozmadı duygusuyla anlattığım bu büyülü kitabın kızıma katkısı büyük oldu. Öncelikle bu büyülü kitap nasıl bir şeydir onu izah edeyim: 23x30 boyutlarında kalın kartondan, yazısız bir kitap bu. Ali Mitgutsch, 'wasser' diyorsa size suyla iştigal eden yüzlerce insan ve çocuk çiziyor. Diyelim kocaman bir plaj. O plajda yüzenler, kabinlerde birbirlerini gözetleyenler, eğlenenler, küsenler, kaçanlar, şakalaşanlar, boğulanlar, gömülenler gibi gibi bir sürü eylem ve olay içinde bulunan insanlar ve çocuklar var. Siz de bu kalabalık, elle çizilmiş ve renklendirilmiş kitapta çocuğunuza önce anlatıyorsunuz, ertesi yıl soruyorsunuz, bir ertesi yıl onun bu insanlar üzerine hikâyelerini dinliyorsunuz, sonraki yıl olabilecekleri, geçmiş zaman olmuş olanları, bir sonraki yıl o kadar insan arasındaki gizli ilişki ve bağlantıları. Kitap çocuğunuzu ilkokul birinci sınıfa kadar getiriyor ya da oyalıyor.
Sonra çocuğun gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Almanlar eğitim sistemlerinde kargalara ve vapurlara takılmadıklarından ve çocukları e-muhtıra diye bir şey bilmediğinden bu kitap onlarda dikkat ve konsantrasyon gelişimini devam ettirip çocuğun gönlünde ne varsa onu olduruyor. Kısacası şanslı azınlığın bir üyesi olarak bu kitabı ele geçirmek sonrasındaki tekdüze eğitim sayesinde pek işe yaramayabilir. Ancak her şey işe yarayacak diye bir kural yok. Yaklaşık bir ay önce gördüğüm, kapkara bir oğlakla oynayan çoban çocukları çok ama çok mutlulardı. Akmerkez'de ve Barbie bebek saçlarında bulunmayacak bir mutluluk ve çocuk kahkahası vardı onlarda. Kuşkusuz onlara da güzel bir çocuk kitabı okutulsa severler.
Hikâye dinlemeyi kim sevmez! Bizimkiler de kapkara bir oğlakla oynama şansları olsa mutlu olurlar elbette. Çocuk çocuktur. Her ne kadar ayarı ceplerine yerleştirilen cep telefonlarıyla bozulmuş, televizyon önlerinde anne babalarının eve gelmesini beklemeye mahkûm olmuş bile olsalar, çocuk çocuktur.
Emin olun hepsi, 'Felaket Henry'i de Manolito'yu da Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk'u da ve Asa Lind'in 'Kumkurdu'nu da, 'Pippi Uzunçorap'ı da severler. Daha çok var aslında: Tolstoy'un Erik Çekirdeği pek tabii ki Gulliver'in Gezileri.
Ben Heidi'yi seviyordum, yapmayı hayal ettiğim şeyleri o yapabildiği için. Ancak şimdiki çocuklar kendilerine benzeyen çocukların hikâyelerini seviyorlar. Ya da yapmak istedikleri yaramazlıkları yapabildikleri, becerebildikleri için onları seviyorlar. Kumkurdu'nun Zackarina'sı bu konuda bir numara! Çocukların kafasında olan her şey onun kafasında da var. Çocukların mantığını ve dünyasını o küçük kafaların içinden neler neler geçtiğini öğrenmek için ebeveynlere de tavsiye ederim.
Geçen gün kızım bana bir hikâye sipariş etti. Çoban Kızı Prenses adıyla vaftiz ettiği anımızı unutmamış olmasına şaştım: Bizimkisi, güzel bir deniz banyosu sonrası yemek yemek için ayak sürürken ona rüzgârın uçurduğu kolluklarının akibetine uğramaması için yemek yiyip karnını ağırlaştırması gerektiğini uydurmuştum. Kendimi tutamayıp devamını da getirmiştim, sonra uçar uçar gider karşımızdaki Midilli adasına konarsın. Onların dilini bilmediğin için sadece adını söyler, derdini anlatamaz çıplak ayaklı bir keçi çobanı olur, karşı kıyıya bakar bizi hatırlarsın. Beş köftenin üçünü bu korkunç hikâyenin gazıyla yemişti ki masadaki arkadaşımız "Belki Onnasis'in bahçesine düşer, prenses gibi yaşar," deyince, bu, öykünün böyle de sonuçlanabileceğini düşünüp daha fazla yemekten vazgeçti. Yıllarca rüzgârın uçurduğu kız çocuğu hikâyesine fena halde takıldı ve "Belki ileride kitabı çıkar" diyerek de umutlandı. Ben de "Kim yazacak ki?" diye sormadım.
Unutulmaz klasikler
Küçük Cadı Şeroks aracılığıyla Aslı Der'in ve Şuşa ile Kiki Yerle Gök Arasında ile Erdoğan Kahyaoğlu'nun adını Çocuk Türk yazarları arasında geçirmek isterim. Mutlaka henüz kızımın okumadığı, dolayısıyla benim bilmediğim, tanımadığım pek çok iyi Türk yazarı da vardır. Yıllardır çocuklar için yazan Gülten Dayıoğlu'nu unutmak mümkün değil elbette.
Alice Harikalar Diyarında ile Pıtırcık atlanmaması gereken klasiklerden. Kızamık çıkardığım bir gün babamın getirdiği, Mihalkov'un Afacanların Şenliği'nin de hem hâlâ basılıyor olduğunu hem de zamane çocuklarının ilgisini çekebildiğini söylemek isterim.
Felaket Henry dışında pek çok çocuk kitabı kahramanının tuhaf bir yalnızlığı, kendisini avutma hali var. Kumkurdu'nun Zackarina'sı buna en iyi örnek. Belki de bu yüzden kendisine kitap alınabilen bir kısım Türk çocuğu onu çok sevdiler. Aralarından bazılarının okur yolu hiç kuşkusuz Moby Dick'e kadar çıkacak. Sonra hayat şartlarının altüst ettiği bünyeleri izin verirse ve pek tabii sosyal ortamlarının, toplumsal yapının oluşturduğu algılama bozukluğuna tutulmazlarsa harf harf, kelime kelime, cümle cümle, kitap kitap yollarını bulurlar. Bir romanın kahramanı için üzülmeye ve endişelenmeye başladıkları anda ise vicdanlı insanlar olmuşlardır demek. İşte o zaman çocuk olmanın zorluğunu yetişkinlikte de çok daha ağır bir duyguyla takas etmiş oluyorlar. Yine de Emma Bovary'i, Humbert Humbert'i, Don Kişot'u, Küçük Oscar'ı ve daha kimi kimi tanımaya değer. Yazarın büyük olabilmesi için okurun da büyük olması gerekir. Çocukların şimdiden güzel güzel okumaya başlaması işte bu yüzden önemli.