Papağanın "Biz bir aileyiz," dediğini varsayıyorlar. Komşu evin bahçıvan ve kahyası. Sahipleri gelecek diye günlerdir evi süslemekteler. Ama gelin görün ki bir telefon zırrrrr, çalan telefon taklidini pek güzel yapmakta papağan. Aloooğğğğ, telefona cevap veren kahya taklidinde de gayet başarılı. "Gelmeyeceklermiş!"
"Biz bir aileyiz!" sevincinden böyle söylüyor telefonu kapatan kahya. "Şimdi yakalım mangalı, getir köfteleri, yanına bir çoban salata, bir cacık...Biz bir aileyiz!" Haklılar, sanırım papağan gerçekten "Biz bir aileyiz" diyor. Ya da ben çok yorgunum, -36 saat gönül rızasıyla çalışmanın ardından yüz saat çalışıp 24 saat uyuyan Fassbinder'e yaklaşıyorum- dalacağım uykunun mutluluğuyla, balkonda uzandığım yerde, böyle duyuyorum. Ama gerçekten bir aileler; papağan, kahya ve bahçıvan. Tesadüflerle, biraz da kişisel tercihleriyle biraraya gelmiş, aralarında kan bağı bulunmayan, birbirlerini çok seven, beraberce çok eğlenen iki adam ve bir papağan.
Hem, aile nedir ki?
Bunu sanırım ilk defa çocukken düşündüm. Nasıl düşündüğümü anlatayım da biraz dalga geçin: Boğulmak üzereyken. Anneme kalırsa öyle çok daldım çıktım ki kafamdaki damarlardan birisi "pıttt" ediverdi, burnum kanadı, bayıldım kaldım. Babama kalırsa ayağıma kramp girdi, kadeşime bakılırsa kafama sandalın küreği çarptı, bana kalırsa kendiliğinden ayağıma bir şey dolanmış gibi denizin derinliklerine çekildim. Güzel olan bir şey vardı; deniz kenarındaki ailemi görebiliyordum. Maaile ama; babaanne, dede, babaannenin annesi, kızkardeşi, onun çocukları, amcalar, yengeler, kuzenler, halalar, halanın o sezon nişanlısı, bizimkiler, falan filan. Denizin dibine çekildiğimde bile sanki oradaydılar. Birbirlerini kimi zaman sever, kimi zaman sevmezlerdi: "Kardeşime bugün çok kızdım." Aralarında çıkar ilişkisi de olabiliyordu: "Satalım diyorum sattırmıyor!" Birbirlerine adaletsiz davrandıkları da bakiydi: "Onun faziletleri senden fazla." Birbirlerinin hayatını zehir edebiliyorlardı: "Tıbbiyeyi yarım bırakırsan..." Herkesin biricik bir hayatı olduğunu unutuyorlardı: "Onunla evlenmeyeceksin!" Çoğu zaman yüktüler birbirlerine: "Bize yardım et!" Önyargılı olabiliyorlardı: "Ağabeyin yapmıştır." Kırgınlıkları büyüttükleri olabiliyordu: "Nasıl bizden habersiz evlenirsin sen!" Gereksiz inatlaşmalar: "Vazgeçmediğin sürece bu evin kapısından giremezsin!"
Aile nedir? Sen nasıl istersen çocuğum, bekle hemen yanındayız, ağlama, sen canını sıkma ben çaresine bakarım, gözümün nuru, sen al ben onu öderim, neden solgunsun, madem seviyorsun, hayat senin hayatın.
Aile nedir? Bütün bunların hepsi ya da hiçbiri.
Epey su yuttum ama boğulmadım. Aile sanırım o anda kafamda tasnif oldu. Daha doğrusu altüst oldu. Kötü niyetli okuyucular karşısında sanırım önce şunu belirtmeliyim; her ne kadar çok seviyorsam da ailemi, evet şimdi devam ediyorum, güzel bir şey olarak görmüyorum bu çetrefil kurumu. Kaldı ki benim boğuluverecek olduğum sekiz yaşımdan bu yana geçen 25 yılda epey değişti aile ve insan ilişkileri. Çocuk kitaplarında ve filmlerindeki aile, bildiğimiz aile değil artık. Papağan, bahçıvan ve kahya gibi bir şey. Aileni kendin seç ya da kendi aileni kendin kur. Çocuklar için yapılan ama ebeveynlerin de ağzı kulaklarında izledikleri 'Shrek'te Prenses Fiona'nın ailesi "Olmaz olsun böyle aile," türünde bir şeydi. Oysa, Eşek, Shrek ve Prenses Fiona ideallerindeki aileyi kendileri yarattılar. Bir de Lilo ve Stich var tabii ki: "Aile demek yalnız değilsin demek" fikrini zikreden. Aralarında kan bağı olmayan bir grup tip, aile olur. Yine aile ama başka bir şey değil. Oradaki tiplerden birisi, filmin bir yerinde uzaylı yaratık Stich'e şöyle der: "İyi ama senin ailen yok ki!" Gerçi filmde ailesi olan bir tipi de görüyorduk: Cep telefonuyla uzaktaki, hatta ta uzaydaki, annesi tarafından sürekli taciz ediliyordu.
Aileye hesap verilir, aileye cevap verilir, aile mutlu edilir, ailenin dediği şey olur, istekleri karşılanır, hoşgörülür... Aile mevzuundan yırtmak için sahip olunması gereken şey, "Özgürlük nedir?" sorusunun cevabı. Bağımsızlığınıza düşkünseniz ve tek başınıza bir dünyaysanız sırtınız yere gelmez. O zaman komşunuza da annenizmiş gibi yardım edip bakabilirsiniz, vicdanınız kendi çocuğunuzdan başka çocuklar için de vardır, birilerini kardeşiniz gibi sevebilir, anlayış gösterebilirsiniz. Bu dayanışmanın ucunun aileye dayanması şart değil. Çünkü aile ya da aile gibi olduk diyenler koşulsuz sevgisinin yanında kendi çıkarları uğruna "sevme onu, yapma şunu, gitme oraya, bırakma bizi" diyebilirler. Özgürlüğün ne olduğunu bilene ve hayatının biricikliğine inanana kimse aile kisvesi altında bu tür dayatmalarda bulunamaz.
Ailenin yüceliği
Amerika'nın bütün dünyaya canım ailem filmlerini dayamasının altında yatan tek neden: Benim gibi düşün "Irak'a girmek gerekirdi," bana hak ver "savaş şarttı" beni anlayışla karşıla "ama orada bir diktatör vardı," görünürde dört ya da altı ya da on kişi ama fikren bir. İşte bunun sağlaması, aile ya da aile gibi olmak.
Allah öyle bir siyasetçiyi bize de nasip etsin, İspanya'nın Sosyalist Başbakanı Jose Luis Zapatero, boşanma sürecini hızlandırmak, kürtaj ve eşcinsel evliliğin serbest bırakılması nedenleriyle Papa'yı öfkelendirdi. Aileyi ve geleneksel evliliği savunan Papa, "Tanrı yokmuş gibi davranmak..." diye başladı eleştirisine. Bilmem anladınız mı ailenin yüceliğini?
Bir de Tolstoy var tabii ki. Anna Karanina'da hem Anna hem Levin tiplemesiyle "aile olmak" mevzuuna kapılar açan, fani hayatında ailesinden kaçarken bir tren istasyonunda son nefesini veren Tolstoy. Adamım Nabokov da, Ada ya da Arzu'da aileyi bir güzel diline dolar. Bir Nabokov dedikodusu: İletişim'den çıkan kitapların nefis kapaklarında kelebeklerin kalbine konulan fotoğraflardan birisinde Nabokov'un yanındaki Vera değilmişmiş de bir başkasıymış, neden öyleymiş diye aileden gelen itiraz, serzeniş. Ah ailenin hükmediciliği! Nabokov'a bile...
Çuvaldızı kendime sakladım: "Siz," dedi kitaplarımı inceleme kapsamına alan bir akademisyen, "'Hanene Ay Doğacak'dan beri her eserinizde aileye çakıp çakıp nasıl bir aile kurabildiniz kendinize?" Önce sekiz yaşında kafamda bir damarın nasıl "pıtt" ettiğini anlatacak oldum sonra vazgeçtim. "Benim bir ailem yok ki!" dedim ona. "Kendimi bildim bileli tek başıma ve özgürüm ben." İnanmadığını görünce "Aslında herkes böyledir" dedim. Romanlarımı düşünmeyi ve yazmayı gerçek yaşamın yerine koyduğum için, benim işim sizden kolay. Aile, eş, dost, çocuk her şey bir yere kadar tutar ve anlar sizi. Koskoca hayatınızın kısacık, tek bir anında bile hissedebilirsiniz bir başına ve yapayalnız olduğunuzu. Öfkelendiniz, odaya girdiniz, kapıyı kapadınız. Kapıyı tıklatıp size ne olduğuna bakmayanlar aileniz, aileniz kadar çok sevdikleriniz olabilir. Ya da tam tersi sizi rahat bırakmayanlar. İçine tükürdüğünüz ailenizi bir kenara koyup tek başınıza olduğunuzu şimdi anladınız mı? Başkalarını kendinden çok seven, bencil olmayan ve yalnız kalmaktan korkmayan iyiler, aileye galip gelsin!