Gazetecilik öldü mü?
"Telefonda bir kere ö-hö dedikten sonra cevap vermedi" dedi halam. Ada'ya firar eden Galip amcamdan söz ediyordu. "Git bak" demeye kalmadan halamın da sesi kesildi. Ben de kendi kendime gülmeye başladım. Sebebini bilseniz siz de gülersiniz: Deniz yolculuklarına bayılan halam alışıldık turlarından birisinde, güvertede cep telefonuyla konuşurken Titanik pozunda denize bakarak- akşamüstü- drink servisi yapan garsondan "Hanımefendi oda telefonlarını güverteye çıkarmayınız lütfen" uyarısını alınca -şakacıktan- oysa modası geçmiş kol kadar cep telefonuymuş elindeki, görüşmesi biter bitmez telefonu kapattığını düşünerek heyecan ve utançla, denize bırakıvermiş. Aniden kesilen görüşmemiz halamın bir kere daha bunu yaptığını düşündürdü bana! Bu vesileyle halkın arasına karışma fırsatı buldum: "Galip amcan Ada'da bir başına kalamaz. Git, getir!"
Bir romana gömülmüşken, bir salıncakta sallanır gibi yazıyorken, mutluyken gittiğim en uzak mesafenin marketken, yapılacak şey miydi şimdi bu bana? "Yarım günüm gitti" dedim. Derken beni avutacak ve bu yazının fikrini verecek iki hanım karşıma oturdu. Biri hemen gazetesini açtı. Gazete okuyan bir kadın olarak dikkatimi çekti. (Dikkat ediniz toplu taşıma araçlarında gazete okuyanlar hep erkek.) Birden fazla gazete almış olmasıyla ayrıca dikkatimi çekti. (Çoğunluk tek bir gazete alıyor.) Farklı kulvarlardan gazeteler almış olması sizler gibi bana da bu hanımın eski bir gazeteci, akademisyen, sosyal bilimlerle ilgili filan olduğunu düşündürdü. Meğer arabasını satıyormuş! Şaka. Gerçekten altın kalpli bir okuyucuydu karşımdaki. İstesem gazetelerin, yazarların vs. reytingini de ölçebilirdim ama hanımefendi, "Tek bir haber yok, tek bir haber yok" diye söylenerek bu çabamın önünü kesti. Sonra gündemdeki olaylarla ilgili kafasına takılan soruları sıraladı. Denizi seyreden kızkardeşi, "Öyle mi Bedriye, boşver Bedriye, aman Bedriye, takma Bedriye," gibi şeyler söylüyordu ama ben Rektör Yücel Aşkın davasını bütün yönleriyle takip edip pek yerinde eleştiriler getiren, kısa ve özlü konuşmasını "İyi bir gazeteci olacak ki hallaç pamuğu gibi attıracak bu meseleyi" diye bitiren birisine rastlamış olmanın şaşkınlığını yaşıyordum. "Alın benden de o kadar" dedim ama kadın beni "A siz beni mi dinliyordunuz, ben kardeşimle konuşuyordum" diye azarladı. Haklıydı. Herkese roman kahramanım gibi davranamazdım değil mi?
"Seni bir gün kötü birisi duyacak ve kötü olacak Bedriye" diye uyardı ablasını kızkardeş. "Ne var benim söylediklerimde..." dedi abla. "O gün söylediklerinde de bir şey yoktu ama..." diyerek talihsiz bir olayı hatırlatıverdi kızkardeş. Böylece abla "Bak ne güzel pırpırlanıyor deniz" diyen kızkardeşine uydu ve susmayı tercih etti. Ama beni düşündürecek lafları etmişti. Sıradan bir okuyucu olarak köşelerden ibaret gazete raflarının pek özensiz, yorumlu haberlerle bezendiğini söyleyebiliriz. Bir örnek derseniz, olaylı İsviçre-Türkiye maçı sonrası bir gazetede FIFA Başkanı'nın İsviçre bayraklı bir şapkayla fotoğrafı vardı ve başlığı: "O şapkayı çıkart!" idi. Garip olan fotoğrafın yanında, "Bu bir fotomontajdır," ibaresinin bulunmasıydı. Vaziyet buysa, söylenecek iki şey var; ya o gazeteleri hazırlayanların, yazıişlerinin, haber merkezlerinin, editörlerin yaptıkları şeyi okuyan bir okuyucuyu, canlıyı tahayyül edememeleri, kendi aralarında eğlenmenin ölçüsünü kaçırmaları ya da karşılarında o haber gibi bir okuyucu profilini çoktan var ettiklerinden emin olmaları. Her ikisi de mümkün.
Medyada ve toplumda uzun bir süreç tamamlandı gibi. Gazeteler de okuyucu da başka bir şeye dönüştü. Taşı sıkıp haber çıkaran gazeteciler yok gibi. Bilmediğimiz şeyleri bize söyleyen, gösteren, işaret eden, köşesinden takır takır haber geçen köşeler de yok. Pek çok gazetenin zembereği boşaldı. Bunun nedeni ne acaba? Ben sıradan bir gazete okuyucusu olarak artık basın sektörüne çalışmak için kimlerin kapıyı çaldığını merak ediyorum. Eskiden siyasal, hukuk vs. çıkışlı olup gazetecilik ateşiyle yananlar vardı. Onlar hâlâ, "Ben gazeteci olmak istiyorum" diye geliyorlar mı acaba? Yoksa sadece Basın Yayın çıkışlılar mı var? (Yanlış anlaşılmasın bu olumsuz bir şey değil.) Sektör onların işe alımında adaletli davranıyor mu? Zira benim, muhabir aranıyor ilanında "Basın Yayın çıkışlı olmayan" notunu görmüşlüğüm var. Muhabir kadrosunda egemenlik ekonomik nedenlerden dolayı kadınların eline geçti gibi. Kadınların sektörde çoğunlukta olması kötü değil, aksine çok olumlu. Buradaki sorun bir muhabir maaşıyla geçinebilmekte. Bu sebeble erkeklerin bu mesleği, gazeteciliği tercih etmez hale gelmesinde.
Tuğrul Eryılmaz, Hasan Cemal ile yakın zamanda 'Cumhuriyeti Çok Sevmiştim'in çıkışı vesilesiyle yaptığı röportajda basında köşeler, yönetici kadro ile diğerleri arasındaki gelir uçurumuna değiniyordu. Benim gözlemlediğim bu farklılık şimdiden toplumdaki gazeteci, muhabir imajını etkilemeye başladı. Bu tür sosyal sıkıntıların da elimize aldığımız gazeteleri şekillendirdiği bir gerçek. Mesela artık fotoğraf eridi bitti. Bir olayı fotoğrafıyla anımsadığımız günler geride kaldı. Medya garip bir oyun oynayıp fotoğrafın yerini ve önemini azalttı.
Başka bir sorun da her evde aynı yemeğin pişmesi: "Sayın Ara Güler, Picasso'yu nasıl fotoğrafladınız bize anlatır mısınız?" Aynı anda yüz gazeteci bu ev ödevini yapmak zorunda mı? Benim anlamadığım; yetenekli, ustalar ustası Ara Güler'in bu oyuna gelmesi. Matruşka gibi birbirinin içinden çıkan röportajları yapanlar, sipariş edenler, okuyup sayfaya çakan yazıişleri "okuyucu" hakkında ne düşünüyor acaba: Aynı şeyi beş defa okursa ancak algılayabilir zira bütün devreleri yandı!
Malum televizyon gazetelerden önce haberi bize ulaştırıyor. İşin içinde bir de internet var. Gazeteden beklenen "gazetecilik" değil mi? Gazetecilik de biraz hafiyecilik değil mi? Yine altını çizerek söylüyorum, her sabah bozuk para cüzdanıyla bakkala gidip gazetelerini alan sıradan bir okuyucu olarak örnek vermem gerekirse Rektör Yücel Aşkın olayında ben pek çok şeyi merak ettim: Asker niye kızdı, İslamcılar niye kızdı, ulusalcılar ne yaptı, AB niye uzak durdu, sayısı 418'i bulan mağdurlar kimdi, ortak özellikleri nelerdi, onlarla niye konuşulmadı? Neden ortada her şeyi araştıran bir gazeteci yoktu; açıklıyoruz üst başlıkları, -haybeye atılmamışından- bulduk konuştuk manşetleri, ortaya çıkardık anonsları. Pek çok haber otomatik pilota bağlı olarak uçuyor: Ajans ne verdiyse...
"Halk böyle istiyor"un defterini artık dürmek gerekir. Çünkü halkta mütalaa etme, algılama ve ifade etme yeteneği köreldi, köreltildi. Öyle olmasa üzerinde "Çıkart o şapkayı!" yazan ama fotomontaj olduğu belirtilen haberler(!) gazete sayfalarında yer alabilir miydi? Ben "Gittiğiniz bir filmi anlatınız?" kompozisyonundan ibaret bir köşe okumaya tahammül edebilirim ama sanki sayfalar aynalı; karşı köşe, yan köşe aaa sayfa şeffafmış, arkasında da aynı yazı var! Tuhaf değil mi sizce? Okul gazetesine verseniz arkadaşın da aynı filmi görmüş ve senin gibi anlatmış deyip basılmaz.
Gazetelerin tirajları daha fazla olmalı, her eve gazete girmeli, gazeteler ekmek gibi satmalı. Hem bunu hem de haber veren, gazetecilik yapan gazeteleri hayal edin. Daha olumlu gelişmeler olmaz mı?