Halkın Arasında-8 - 11/12/2005

Irak'ta havaya uçan "büyülü dağ"
Uçakta yanımda oturan iki tip, Irak Savaşı'nı tartışmaya başladı. Aslında "tartışma" denemez, çünkü bir tanesi eline kalem kağıt alıp namussuz bir hesaba girişti. Ellerinde Bush'un Sesi türünden bir dergi, varil-petrol-dolar hesabı üzerinden "Saddam'ın elinden alınan petrol rezervlerinin insanlığın hizmetine sunulmasının ne iyi bir şey" olduğunda mutabık kaldılar. Yanımdaki vicdansızlar kendilerini kaybetmiş bir halde hesaplarını sürdürüp konuşurlarken huzursuzca kıpırdandım. Baktım hiç oralı değiller, -her işte bir hayır vardır, neden domates suyu istedim sanki diye düşünürken- benim domates suyu durup dururken taklalar atıp Amerika'nın menfaatlerini hesaplayanların üzerine eşit oranda dökülmesin mi? Birazı da okumakta olduğum Thomas Bernhard'ın 'Yok Etme'sinin (Sezer Duru'nun olağanüstü çevirisiyle) üzerine saçıldı.
Hostes başımıza dikildi. "Kitabım mahvoldu" dedim. Irak Savaşı'nda Amerika'yı "dibine kadar" haklı bulan kendinden geçti: "Hanfendi" dedi bana, bir parmağını sesiyle senkronizasyonu tutturamayarak sallıyordu bu arada, "Üstümüzü başımızı berbat ettiniz bir özür dilemiyorsunuz, kalkmış okuduğunuz kitap için mi üzülüyorsunuz?" dedi. Benim cevabım biraz fıkra gibi oldu ama yanımdaki "dallamalar" ancak bundan anlardı: "Farz edin ki ben Amerikayım, siz de Irak!"
Neyse, hostes araya girdi, bunlar kışlık Louis Vuitton alışverişini yapmaktan dönen ve ağzını kapatamayan bir hanımın sağına ve soluna yerleştirildiler. (Kadın iki başta da oturmayı uğursuzluk sayıyormuş.) Ben de arkama yaslanıp derin bir soluk aldım: İnsanlar Irak Savaşı'nı nasıl olup da bir savaş olarak görmezler? Irak kimileri için nasıl olup da petrol kuyularından ibaret bir coğrafyadır? Bu savaşta hepimizi kör eden nedir? Orada yaşananların bir simülasyondan ibaret olmadığını ne zaman anlayacağız, yıllar yıllar sonra bu savaşın romanlarını okuyup filmlerini izlediğimizde mi?
Saddam'a rağmen Irak'ta bir hayat vardı. 1980 diktasında öyle ya da böyle burada devam eden hayat gibi. Hatta onların diktası bizimkilerden daha insaflıydı. Orada bir hayat vardı biliyorum çünkü Bağdat'da yaşayan arkadaşım Hasan, güzel karısı Ümran ve iki çocukları çok mutluydular. Hasan'ın ağabeyi Saddam karşıtı olarak hapisteydi. Kendisi de rejim karşıtıydı ama bu konuda daha incelikli çalışıyordu. Yıllar önce Londra'da yaşamayı denemiş, becerememiş, Bağdat'a dönüp toprağı öpmüşlerdi. Hasan ticaretle ilgilenmemesine rağmen Bağdat'da bir nalburiye dükkanı vardı. Eğitimini aldığı bilimin ucunu bırakmamış bir antropolog, karısıysa çocuk doktoruydu. İlgi alanı dil ve edebiyattı. Bütün dilleri tıkır tıkır öğreniyordu. Son numarası Almanca'ydı. Ümran ise doktorluğun dışında botanikle ilgiliydi ve Bağdat'daki mütevazı evlerinin bahçesini nasıl cennete çevirdiğini, kongre sebebiyle ailesi için de güç bela vize alarak geldikleri İstanbul ziyaretlerinde, video kameradan bana izletmişti. Çok eğlenceli bir aileydiler. Yolda boncuk gibi dağılarak güle oynaya yürümeleri gözümün önünden gitmiyor. Savaş ha başladı ha başlayacakken yüreğim ağzımda Iraklı arkadaşlarımı aradım. "İyiyiz" dedi Hasan derinden gelen bir sesle, "Thomas Mann'ın Büyülü Dağ'ını okuyorum şu sıra. Vallahi ağladım kahramanın sanatoryumda kalması kesinleştiğinde". Sonrası cehennem.
Benim için Irak, küçük nalburiyesine giderken çantasındaki 'Büyülü Dağ'la birlikte havaya uçan Hasan'dır! Video kameranın küçük ekranında izlediğim o güzel görüntü; Hasan ıslıkla bir şarkı çalıyor, çocuklar taşlıkta çok komik dans ediyor, Ümran "Çocukları maymun etme ya Hasan!" diye söyleniyor, sonunda dayanamayıp kuş havuzundan bir kova su kapıp hepsini ıslatıyor. Benim için Irak,. Amerikalıların talan ettiği, Ümran'ın orkideler, güller, heykel gibi kaktüsler hatta bir Japon kirazı yetiştirdiği cennet parçası bahçesidir! Benim için Irak, çocuklarını Bağdat'dan çok uzakta yaşayan anne ve babasına bırakıp yaralılar ve hastalar için çalışan Ümran'dır! "Beni diri diri gömseler daha iyiydi" demişti Ümran. İşte Irak denildiğinde mideme yediğim yumruk.
İzini kaybetmeden önce Ümran artık eve gitmediğini, hastanede yaşadığını söylemişti. Bu güzel aile, petrol-dolar-varil hesabı yapanların, sadece bir diktatörü düşürdüklerini söyleyenlerin, olmayan kitle imha silahlarının peşine düşenlerin hesaba katamayacağı bir kayıp. Hiç kimse bu savaşı kendisini hastanedeki odasında kıvrılıp uyuyan Ümran'ın yerine koymadan anlayamaz.
Büyük amcamın söylediği gibi, "Bir zamanlar savaş olurdu hepimiz bilirdik, görürdük, endişelenirdik." Şimdi sanki Amerika bir havai fişek gösterisi yapıyor, bombaların düştüğü yerlerde bizler gibi hayatı olan insanlar yokmuş gibi davranıyoruz. Amerika perdeyi ne kadar aralarsa o kadarını görüyoruz. Perde ardına kadar çekildiğinde utançtan kıvranacağız: Demek başucumuzda bunlar olmuş! Birileri çıkıp "Ben bütün çocuklarımı kaybettim" diyecek, bir diğeri "Ne evim, ne işim kaldı" diyecek, öteki "Aklımı kaybettim sanki" diyecek. Neden duymadınız sesimizi? İnsan bir yerde acı çekerken sesini duyacak olanların çok yakınında olduğunu bilip de koşmamalarına hayıflanır en çok. Savaşın kendisi beter bir şey iken, bu zamanda bütün savaşların böyle yaşanması ne kötü!
Iraklılarla ortak bir atasözümüz var: "Su yolunu bulur." Hasan, Saddam'ın diktatörlüğünün bitip bitmeyeceği konusu açıldığında söylerdi bunu. Saddam'ın usul usul gideceğine inanırdı. "Sizin 1980'den bugüne gelmeniz daha da gelecek olmanız gibi" derdi. Bu memlekette bu savaşı, Amerikalıların Irak halkını Saddam'dan kurtarışı olarak görenler de kim oluyor? Kendileri darbelerin darbesini yapanlarla, onların çaktıkları kurumlarla hâlâ sarmaş dolaş yaşarken, kendi beşi bir yerde diktatörlerini yargılayamamışken, onlara ne oluyor allasen?
Yolculuk bittiğinde tarafımdan domates suyuna bulanan, "Irak savaşında Amerikalıların elini ayağını öpeyimci" adamlar pantolonlarındaki utanç lekeleriyle pasaport kuyruğuna girdiler. Herkes onlara bakıyordu ve bakılmayacak gibi değildiler. Şimdilik ben yazıyorum, başkaları yazıyor ama ileride bu savaşın tanıkları yazacak. Hayatı yok edilen Iraklıların kaleminden çıkan romanlar, onların çektiği filmler bu defa hepimizin üzerine utancın lekesi olarak düşecek.