"Yeniden yaşamak istiyorum"
Lastik çizmelerime yapışan çamur topaklarıyla boğuşuyordum. O sırada seslendi Fatma Nine. Sevindim sesini duyunca. Biraz da kendimi ona göstermek için oracıkta durmuştum. Çizmelerimin çamuru umrumda değildi. Ama öyleymiş gibi yapıyordum: Şu çamurlardan kurtulmalıyım! Yürümüştüm, dönüyordum. Merak ettiyseniz söyleyeyim; Ege'nin bir köyündeyim. O gün yüzünü göstermeyen Midilli'nin tam karşısında.
"Gel, gel," dedi Fatma Nine. Daha da ufalmıştı sanki. Pencereye konmuş kuş gibi kalmıştı. Koşa koşa gittim. Fatma Nine'nin evinin tuhaf bir girişi vardı. Başlangıçta köyün bütün evleri gibi Midilli'ye bakmıyormuş. Midilli'ye sevdalı Fatma Nine'ye inat kocası evi ters yaptırmış, damını da çıkılmaz kılmış. Yılllar yılı gözlerini kapar kapamaz Midilli'yi görmüş, "Tövbe" deyip kendine gelmiş Fatma Nine. Sonra oradaki insanların da Allah'ın bir kulu olduğunu düşünmüş. Böylece işi kolaylaşmış, gözlerini kapar kapamaz Midilli'yi görür olduğunda "Tövbe" etmekten vazgeçmiş, bir daha günaha girdiğini düşünmemiş. Sonra masal gibi anlattığı, benim size anlatmaya kıyamayacağım, bölgenin diğer cadılarıyla giriştiği bir iktidar savaşı var. Olan olmuş, gençliğinde Midilli'yi seyre dalmasıyla dillere düşen Fatma Nine'nin dedikodusunu yapacak tek bir kişi bile kalmamış. Kendisi köyün en yaşlı kadını olmasının avantajını işte böyle açıklıyor. Evin Midilli'ye bakıvermesi de bir günde olmuş. Kocası öldüğünde, Fatma Nine kuklaya benzettiği Menderes'in fotoğrafını duvardan indirip sadece sevmediği ve evin içinde olan bitene o uğursuz gözleriyle tanık olduğunu düşündüğü için yakmış. Evin deniz tarafındaki kör duvarlarına da dokunmasıyla iki pencere açılıvermiş. Her sabah evinin kapısında bir bakraç süt, bir somun ekmek buluvermesinin başlangıcı da aynı zamana tekabül ediyormuş.
"Yokdünya"
Çamurlu çizmelerimi çıkarıp evine konuk olduğum Fatma Nine böyle birisi. 90 yıldır dünyayı buradan seyrediyor. Aramıza karışsaydı Marilyn Monroe da olabilirdi, Türkan Şoray da, Ahmet Haşim de olabilirdi, Marguarite Duras da. Fatma Nine, yıkıp yakan, delip geçen her şey olabilirdi. Onun o sakız gibi patiskadan evine her konuk oluşumda geldiğim yeri "yokdünya," olarak adlandırıyorum. Fatma Nine'nin gezegeninde ne medya var, ne AKP, ne devletin yuvasındaki çocuklara muhbirlik yaptıran bakanlar ne Fransa'nın sıkıyönetimi, ne Irak dehşeti, ne saçma televizyon dizileri ne de fiyasko bir ülkenin fiyasko halkı. Bunların üzerinde bir dünya düşünün. İşte Fatma Nine orada. Bir faninin benliğinde kopabilecek bütün fırtınalar onda da kopmuş, ipsiz kuyulara inmiş, çıkmış, dünyaya sırtını dönmüş, barışmış, bir ömür iki göz pencerenin mücadelesini vermiş, uyanmak bilmediği uykulara yatmış.
"Durgunsun" dedi Fatma Nine. Nasıl anlatacağımı bilemedim. Sevdiğim bir yazar öldü, John Fowles. Mesele bu. "Hay senin meselene, ne saçma!" Ben olsam böyle derdim. Köylünün ermiş saydığı bir nineye söylenecek şey mi bu? Uzun bir cümle kurdum pek tabii başlangıcı, hani benim evde bir bilgisayar var ya, oradan dünyada ne olup bittiğini öğrenebildiğim bla bla bla bla. Neticede Fowles'un öldüğünü internetten öğrenmiştim. Ama Fowles, Fatma Nine için neydi? John Fowles, Fatma Nine için bir hiçti. Ama Fatma Nine, John Fowles'un bütün dünyasıydı. Gelmiş geçmiş en güzel romanlardan birisi olan 'Büyücü'nün Conchis'iydi, bu garip adamın yarattığı dünyaya dalan Nicolas Urfe'ydi, 'Fransız Teğmenin Kadını'nın aykırı aşk öyküsü, özgürlüğe tutkun, sezgileri güçlü kadın kahramanı Sarah'ydı, 'Yaratık'ın, İsa'nın dünyaya yeniden bir kadın olarak geri geleceğini ileri süren mezhebinin üyeleriydi, 'Mantissa'nın bir düşten diğerine dalan yazar kahramanıydı. İnsan zihninin kendi, evrenin kendinden daha çok evrendir. İşte bu sebeple dünyanın bir köşesinde öylece durduğunu düşündüğünüz Fatma Nine aslında "her şeydir". Anlatılan ve anlatılacak olan.
Derin bir muamma
Fatma Nine, benim gözümde, yaşadığımın ötesinde bir dünyayı ortaya çıkarıyor. Derin bir muamma, o buradan dünyaya bakarken 90 yıldır olagelenler, tarihin önemli kabul ettiği pek çok şeyi hatırladığımda, bana her şeyin aşırı gurur olduğu hissini veriyor. Hayat devamlı daha fazlasını istemek mi? Bu en bayağı bakkaldan, en ulu mistiğe kadar değişmez mi? İşte Fatma Nine'nin ve Fowles'un bütün kahramanlarının durduğu yerde bu tepetaklak oluyor.
Midilli yüzünü göstermişti. Fatma Nine kocasıyla ilgili gerilim yüklü anılarından birisini anlatıyordu. Onun için mazideki her şey şimdiyi içeriyor. "Başını yılan gibi çabucak bana çevirdi," derken sanki zamanda asılı kalmış onlarca anıdan bir tanesinde. Fatma Nine'yi dinliyordum. İnsanlığın pek önemi olmadığını, ihanet edilmemesi gerekenin insanın kendisi olduğunu düşünerek. Aramızda bir sessizlik oldu. Hadi, Faulkner gibi sessizliği dolduralım: Yanan odunlar çatırdadı, rüzgar uğuldadı.
"Yeniden yaşamak isterdim" dedi Fatma Nine. Benim yerimde John Fowles olsa, "Bu mümkün" derdi.