Okulun yolları taşlarla dolu
Bankadaydım ve artık umuma açık yerlerde romanımı düşünmeme konusunda kendime söz vermiştim. Böyle yapınca sıra numaram uçup gidiyordu çünkü. Ben de banka memurelerinin saç rengi tercihlerinin neden kızıl olduğunu düşünmeye koyuldum. Siz de dikkat edin, her şubede cüretkar bir kızıl kafa işlem yapmakta. Kötü değil elbette, sadece beni yazmakta olduğum romandan uzak tutacak sıradan bir düşünce.
Odama dönsem, masamın, romanımın başına çöksem diye iç geçiriyordum ki, kıyamet koptu. Kızıl memure, "Kuş gribi salgını var iken!" diye bağırıyordu. "Aaa o da ne?" dedim dalgınlığıma lanet ederek: Yanımdaki beyefendi meğer kucağında bir kuş kafesiyle oturuyormuş. Üzeri örtülüymüş, örtü sıyrılmış, kuş görünmüş, uzaktan bizi kesmekte olan memure de basmış feryadı. Ortalık birbirine girdi. Yanımdaki beyefendi elinde kafes telaşla ayaklandı: "Mecburdum". Kızıl memure neredeyse bankonun üzerinden atlayacak. Güvenlik görevlisi fazla yaklaşmamaya gayret ederek kafesli beyefendinin karşısına dikildi. Kafesteki kanarya da pek keyiflendi, başladı şakımaya. Sahibi: "Torunumun okul taksidini yatırmak zorundayım" dedi titrek bir sesle. Kızıl memure ikna olmuştu. "Görevliye verin getirsin" dedi. Memurenin kuş gribi hassasiyetine bir anlam veremedik. Yine de bir vodvil seyreder gibi eğlendiğimizi söyleyebilirim. Beyefendinin cebinden çıkardığı bir tomar para memureye iletildi ve bundan sonraki işlemler uzaktan uzağa seslenerek yapıldı. Bu küçük şubede sıra bekleyen birkaç kişiyi çok şaşırtan şeyler de bundan sonra vukuu buldu:
"Özel okul taksidi mi bu? Tamamı mı, taksit mi?"
"Tamamı ne kadar? Her yıl mı?"
Elindeki kafesle bir kenarda bekleyen ve bana Gepetto ustayı hatırlatan beyefendiye sonunda, "Geçin oturun lütfen" denildi. Kaşla göz arasında eğitim tartışılmaya başlanmıştı. Kızıl memure makbuzları elleriyle getirdi ve şöyle dedi: "Şu kuş gribi, el sürmeyince geçmiyor herhalde." Asıl şunu söyledi tabii ki: "Benim de maaşım kuruşu kuruşuna iki çocuğun okul taksidine gidiyor. Elime beş kuruş kalmıyor iyi mi?"
Ben de çocuk sahibi olmanın en berbat iki yanını düşündüm: 1- Çocuğunuzla arkadaş diye bazı annelerle görüşmek zorunda kalmak. 2- Çocuğunuz okula başladığında kendinizi okula başlamış gibi hissetmek. Hiç kuşkusuz en kötüsü bu; okul, eğitim, öğretmen dertlerinin kucağına düşmek. Gerçekten o çocuk şarkısında olduğu gibi, okulun yolu taşlarla dolu. Özel de olsa, devlet okulu da olsa. Şarkı, "Yap beni bir kuş uçayım cik cik" diye devam eder ama Milli Eğitim velileri ve öğrencileri uçuracak yöntemleri henüz keşfedebilmiş değil. Günlerdir takip ettiğiniz üzere yine birtakım uygulamalar getirildi: Özel okul maliyetini düşürmeye çalışmak, eğitim kalitesini yükseltmek, öğrencilere fırsat eşitliği sağlamak gibi.
Özel okullar niye var? Çünkü mahallemizdeki devlet okullarının fiziki şartları iyi değil türünden nedenler sıralayabilirsiniz ama bu soruyu bir veliye yöneltseniz kabaca, "Devlet okuluna kimler gidiyor biliyor musunuz?" cevabını alırsınız. Ne kadar acıdır ki, devlet okullarını tercih edenler hiç bir özel okula gidemeyenler oldu çıktı. Özel okullar öyle bir hale geldi ki, her bütçeye uygun bir okul var. Bunların hiçbirisine gidemeyenler ise çoğunlukla en yoksullar, en dertliler oluyor. Özellikle büyük şehirlerde bu ayrım çok belirgin. Gariptir, özel okul tercihinde bulunan veliler asla çocuklarına, keselerine, eğitim sistemine ve okulun sağladığı olanaklara bakarak, uygun bir seçenek peşinde olmuyorlar. Veli profiline göre bir tercih yapıyorlar. Durum böyle olunca özel okullar birer fanus gibi aslında. Servisler dünyanın en müsrif velilerinin, en tahammüllü çocuklarını bütün bir gün kapanacakları okullarına taşıyor. Mahallelerindeki devlet okullarına gidemeyen çocuklar, şehrin bir ucundan diğer ucuna taşınıyor. Bu küçük kölelere dayatılan eğitim saatleri de yolları gibi gereğinden uzun. Daha da vahimi çocuklar fazlasıyla korunaklı ve yapay bir çevrede eğitim görüyorlar: Ne güzel herkes benim gibi! Farklı hayat şartlarından habersizler. Hadi varsın olmasınlar. Sorun kabaca şu, parasını verseniz bile temelde pek bir şey değişmiyor. Değişen şeyleri size sayayım; fiziki şartlar ve yemekler. Dil derseniz, özel ilköğretim okullarında haftada on saat yabancı dil eğitimi veriliyor, devlet okullarının da yanılmıyorsam aynı, öyle olmasa bile aralarında büyük bir fark yok. Öğrenciye daha iyi bir yaklaşım derseniz, bu nereye giderseniz gidin öğretmenine bağlı. İşin garibi müfredat aynı. Çocuklar hâlâ "Türküm Doğruyum" andını içiyorlar. Parasını verirseniz bunu sadece pazartesi sabahları yapıyorlar.
Milli Eğitim öyle bir sistem çakmış ki parasıyla olsa bile temelde değişen bir şey yok. Beter okuma parçaları, "Ben Türk çocuğuyum" fişleri belki "es" geçiliyor ama sonunda sınıfa müfettiş geliyor. Ayrıca öğretmenlerin eğitimi ve kapasitesi pek değişmiyor. Belki özel okulların ayrı seminer ve eğitim programları vardır o ayrı ama öğretmen yetiştiren fakülteler belli. Önemli olan da bu. Öğretmen ücretleri özel de olsa bile yeterli değil. Özellikle özel okullarda öğretmenler, öğrencilerinin gelir seviyelerinin kat kat kat altında yaşıyorlar. Bu da bana kalırsa mesleklerine başka bir bakış açısı ve yorum getirmelerine neden oluyor. En sıradan okulda bile öğretmen velinin eşiti değil. Öyle ki artık erkek öğretmen diye bir şey yok. Bunun da çok basit bir mantığı var; bir erkek bu maaşla ailesini geçindiremez. Dolayısıyla öğretmenlik artık kadın mesleği oldu çıktı, ki bunun da uzun yıllara yayılan sosyolojik etkileri olur muhakkak.
Hayaller
Gelinen nokta şu: Devlet okulları gidilmez okullar oldu. Denize düşen velilerin sarıldığı özel okullar ise hepimizin okuduğu mahalle mekteplerinden hallice. Tek farkları üzerine para vermeniz. Milli Eğitim'in yıllar yılı eğitim sistemini getirdiği nokta bu.
Peki ne hayal edebiliriz: Öncelikle iyi yetişmiş, pedagojik formasyonu olan, iyi maaşlı öğretmen, esaslı bir müfredat, konu komşuya-teyze kızına yazdırılmamış ders kitapları ve iyileştirilmiş fiziki şartlar. Yıllar yılı olamayan işte bu. Nasıl olsun ki, 1980'lerin okuma yazma seferberliği gibi bugün de "Baba beni okula gönder" kampanyaları var. Devletin annesinden, babasından esirgediği eğitimin cezasını çeken çocuklar, kızlar! Kızların okula gitmek için yalvardığı o babalar taş çatlasa 1960'ların çocuklarıydılar. O zaman kurulamayan esaslı bir eğitim sisteminin acısı şimdi çıkıyor. Ayrıca acıklı olan bir başka şey de, okumak isteyen o kızların annelerinin de vaktiyle aynı istekle yanıp tutuştuğu ama okula gönderilmediği gerçeği. Bugünün anneleriyse 70'lerin 80'lerin çocuklarıydı. O yıllarda böyle kampanyalar düşünülemezdi.
Bir memleket Milli Eğitim'ini sittin senedir neden düzenleyemez, iyileştiremez? Manidar olduğu kadar da enayice bir soru. Çünkü askerler gelip gidiyordur, çünkü demokrasi yoktur, çünkü yapılan siyaset kişiseldir. Bugün üçüncü dünya siyaseti yapıp durmanın yaralarını sarıyoruz.
Milli Eğitim'in yaralarına merhem olmayı ise özel okullara bırakıyorsak ne kötü! Özel okullar vaat edilmiş cennetler değil. Çoğu devlet okullarından biraz hallice, gel beraber bir berber dükkanı açalım okulları. Sahiplerinin kimler olduğuna baksanız, ne tür işlerden sabıkalı ailelerin okul sahibi olduğuna, ağzınız açık kalır. Bunları düzeltmeyi kendi söküğünü dikemeyen Milli Eğitim'den istemek ise daha da kötü olur.
O zaman ne yapabiliriz? Siyasi istikrarın devam etmesini, sivil toplum örgütlerinin daha da güçlenmesini, medyanın yakın takibini isteyebilir, müzakerelerde "eğitim" maddesine bir an önce gelinmesini bekleyebiliriz. Milli Eğitim Bakanlığı'nın ilköğretimde bundan sonra doğru ve kalıcı kararlar alması gerekli.
Devletin acizliği yüzünden kendi halinde bir banka memuresi maaşını son kuruşuna kadar çocuklarının okul taksidine yatırıyor. Eminim pek çok kişi böyle yaşıyordur. Devlet okullarını sıradan bir vatandaş için bile gidilmesi düşünülemeyecek kadar ırak kılan, özel okulların da insafsızca şişmesine neden olan "şey" bir mantıktan öte, eğitim konusunda bize kuşaklar boyu şaka yapan bir yaratık gibi.