Nkosi doğuştan HIV taşıyıcısı olan ve 12 yaşında, geçtiğimiz hafta ölen çocuk. Haberdarsınız, biliyorsunuz bütün gazeteler yazdı. Küreselleşmeye örnek de teşkil etti. Reuters, Nkosi'nin giysileri üzerinden dökülen elinde kocaman mikrofon bir fotoğrafını bütün dünyaya geçti.
Ben geçtiğimiz hafta başka çocukların da talihsiz ölüm haberlerini okudum. Merak etmeyin 'Elin Nkosi'si muhabbetini yapmayacağım. Böyle bir cümleyi kurmam bile çok ayıp. Ne var yani, bizim ana haber bültenleri Nkosi'nin ölümünü haber olarak verebilir. Çünkü onun adına dünyada bir mücadele yürütülüyordu. Nkosi AIDS'ten ölen, ölmek üzere olan risk grubundaki çocukları temsil ediyordu. Dünya basınının ona geniş şekilde yer vermesi, bizim de medeni insanlar olarak bu haber halkasına takılmamız çok doğal. Dünya basını Bingöl'ün Karlıova ilçesi, Yiğitler Köyü'nde 11 yaşındaki Gazal Berü'yü jandarma köpeklerinin parçaladığı iddiasından haberdar olsa, onu da haber yapardı. Gazal'ın korkunç ölümünden haberdar mısınız? Ama haklısınız, dolar 2.5 milyon olacak mı, olmayacak mı kaygısıyla, özel okul fiyatları almış başını gitmiş derdiyle, Derviş çeker giderse korkusuyla Gazal'ın korkunç ölümü aklımızın kalbimizin bir köşesinde ne kadar yer etmiş olabilir? Orada Neler Oluyor teknesinin koylarında demirlediği bu memlekette BBG kızlarının 'Güneş kremimi sen aldın hırsız' kavgaları yaptığı o teknenin yol aldığı bu memleketin, aynı memleketin sınırları içinde küçücük çocukların korkunç bir şekilde ölmesi, ardında korkunç iddialar bırakarak ölmesi ve hiçbirimizin bir şey yapamaması size koymuyor mu?
Ben İstanbul Cumhuriyeti'nde Kuzukuzu Tarkan'ı Tamar'la çalıp gülüp oynayıp eğlenen bir anne olmasam da, Gazal'ın annesi olsam... Gazal'ı arkadaşlarıyla birlikte ot toplamaya göndersem, dönüşte bıçağını düşürdüğünü fark edip geri dönse, canı sıkılan bir asker yanındaki köpeklere
'Yakala' dese, bütün çocuklar kaçsa mezarlık duvarına tırmansa benim canım o duvarı çıkamasa, köpekler bacağına koluna yapışsa benim canım, 'Abi söyle yapmasın' diye bağırsa, canı sıkılan asker oralı olmasa, artık kontrol edemese, bütün bunlar sadece iddia olsa ve benim canım orada köpekler tarafından parçalanarak öldürülse... Çocuklar gelse dese ki, "Gazal'ı jandarma köpekleri parçaladı" elimden ne gelir? Kimin yakasına yapışabilirim? Bu memlekette çocuğu köpekler tarafından parçalanan bir anne kimden hesap sorabilir? Gazal'ın jandarma köpeklerine kasıtlı olarak parçalattırıldığı iddiası ANAP İstanbul Milletvekili Emre Kocaoğlu tarafından soru önergesi olarak TBMM'ye getirildi. Bu haberi güzelce yazanların da (ben Hürriyet'te Ankara mahreçli okudum), sayın milletvekilinin de elleri dert görmesin.
Geçen hafta bir başka çocuğun talihsiz ölümüne daha üzüldüm. Anlaşılan o gün Hürriyet gazetesi yazıişlerinde melekler görev başında olmalıydı ki (benim sıradan bir ev kadını olarak takip ettiğim Hürriyet'e ilişkin böyle bir izlenimim var. Gazeteyi bir gün melekler, bir gün şeytanlar yapıyor. Bir süredir daha çok melekler) haber birinci sayfadan verilmişti. İzmir Karşıyaka'da kimsesiz çocukların barındığı bir yuvada iki aylık bir bebek, başka bir çocuk tarafından ezilerek öldü. Ezen çocuk henüz iki yaşında. Yuva müdürü açıklamasında çocukları iyi gözetemedikleri için böyle talihsiz bir olayın meydana geldiğini kabul ediyor ve ekliyor: "Maddi açıdan sıkıntımız yok. Çok bağış alıyoruz. Ancak bakıcı anne sayısı yetersiz." O zaman benim aklıma şu soru geliyor: Madem maddi sorununuz yok, daha fazla bakıcı anne çalıştıramaz mısınız? Yok Şebnem hanım bağışlar bize ancak yetiyor derseniz, Karşıyaka'nın 'vitrin bakan' kadınlarına çağrı yapın, gönüllü anneler arayın. Ekmek bulamazsanız pasta yiyin gibi oldu ama o ezilerek ölen bebek kimsesiz ve önemsiz olduğu için yeterince gözetilemediği için öldü. Gazal da belki doğulu olduğu için. Görüyorsunuz AIDS'den ölen Nkosi yine de şanslı.
Şimdi kendinize gelin ve Fransa'da aynı vagonda başkaları olduğu halde meydana gelen tecavüz hikayesine bu kadar şaşırmayın. Hele hele bizde olsa olur muydu, olmaz mıydı tartışmasına hiç girmeyin. Çünkü hiçbirimiz trenin diğer vagonlarını o vagonlarındaki Gazal'ları, ezilen bebekleri görmüyoruz. Pencereden ekonomik krizi, Orada Neler Oluyor'u seyrediyoruz.