Biz Yazarlar Müzmin Yalancılarız !

Şebnem İşigüzel, 'Kirpiklerimin Gölgesi'yle yeniden okurla buluştu

29 Ağustos 2010 Pazar, 11:23:40
'Biz yazarlar müzmin yalancılarız!'

GAZETE HABERTÜRK / ÜMRAN AVCI

Şebnem İşigüzel, genç ve hayli iddialı yazarlardan. Onun için "Türkiye’nin Herta Müller’i olacak", "Türkiye’ye edebiyat alanında ikinci Nobel’i getirecek" diyenler var. İşigüzel, 'Kirpiklerimin Gölgesi' romanıyla yeniden okurla buluştu. Diğer romanları gibi sancılı bir konuyu tercih etti. 11 yaşındaki bir kız çocuğunun uğradığı cinsel tacizi konu alıyor roman. İşigüzel ile "Hayatta bazen kirpiklerinizin gölgesinden başka sığınacak yeriniz kalmaz" diyen romanı ve romancılığı üzerine konuştuk.

■ Bu konu ile ilgili yazmak fikri nereden çıktı?

Soranlara "Bu benim hikâyem" diyorum. Üç yıl önce Seul’de kendimi roman kahramanımın yerine koyarak bir konuşma yapmıştım. Konu, "Roman ve Hayalgücü"ydü. İstanbul’da çocuk seven adamların gelip gittiği bir evde zorla tutulan bir çocuk olduğumu anlatmıştım. "Ben böyle bir evde tutuluyordum. Oraya çocuk seven adamlar geliyordu. Sonra o evden kaçtım, İstanbul’un batakhanelerinde yaşadım. Fotoğrafçı kocam, o batakhaneleri fotoğraflıyordu, kaçmama yardımcı oldu. Okuma yazmayı 16 yaşında öğrendim. Sonra ilk kitabımı yazdım çıktı ve edebiyat ödülünü aldım" dedim. Bu dehşetli hikâye "Bana, hikâyeme inandınız mı?" diye bitti.

Güya benim başımdan geçen hikâyeyi dinleyen salonun sessizliği ve gerilimi, bana bu roman fikrini armağan etti. Yani önce kendimi o çocuğun yerine koydum. Hatta bir sonraki yıl edebiyat ödülünü alacak olan Le Clézio da o konferanstaydı. O zaman o ödülü alacağını bilmiyorduk (gülüyor). Sandaletlerini çorapla giyen ilginç bir adam... O mesela konuşma sırasında çok gerilmişti. Burnundan soluk alış verişini duyuyordum. Le Clézio, "Hikâyeme inandınız mı?" kısmını kaçırmış ve benim aslında bu hikâyelerden çıkıp bir yazar olduğumu düşünmüş. Sonra onu düzelttik. Dolayısı ile hikâyenin gücüne orada inandım.

ÇOCUK ÇARESİZDİR

■ Dünyada olduğu gibi çocuk tacizi Türkiye’de de çok yaygın.

Çocuk olmak büyük çaresizlik. Karşı koyma gücünüz yok. Ben çocukları çok seviyorum. Roman kahramanımı da çok sevdim. Her ne kadar onun için iyilik ve güzellik dolu bir dünya yaratamadıysam da... Ama ben de onu akıllardan zor çıkarılacak, unutulmayacak bir roman kahramanı kıldım.

YAŞAMAK VE YAZMAK

■Çocukken hiç tacize hiç uğradınız mı?

Hayır uğramadım. Böyle bir travmam yok. Benim başıma hiçbir taciz gelmedi. Farkında olmadan yaşadığım bir taciz hikâyesi de yok. Olsa yazamazdım zaten. Bire bir bir travmanın, yaşanmışlığın içinden çıksa insan yazamayabilir. İnsan ya yazar, ya yaşar. Ben yazmayı tercih ediyorum. Yazıya bağlılığım da o yüzden. Beni hayattan uzak tutuyor. Masamın başında yaşıyorum, bu da bana daha kolay ve daha konforlu geliyor. Hayatın içinde olmak bana daha zor geliyor açıkçası. İnsanlar romanlarım karşısında hep benimle bağlantılı bir gerçeğin olabileceği şüphesine düşüyorlar.

BİR CÜMLE İÇİN

■ Demek ki belli bir disiplin içinde yazıyorsunuz?

Tamamen içimden geldiği gibi yazıyorum. Herhalde hayatta bir ofis işi, saatli bir iş yapamazdım. Ama yazı işi öyle bir şey ki, gece kimi zaman beni yatağımdan kaldırır, bir cümle. Aklıma gelen bir cümle için kalkarım, terliklerimi giyerim, masamın başına gider ve onu yazarım. Ama hayatın da bir yandan farkında olmadan içindeyim. Çünkü bir anneyim, bir eşim, arkadaşlarım var ama bu sağlıklı bağı kurmasaydım münzeviye dönüşebilirdim masamın başında yaza yaza. (Kahkaha atıyor) Ama evet bir iş gibi. Disiplinim ve çalışkanlığımla övünürüm. Masamın başına otururum ve kimi zaman dışarıyla tek bağlantım servisle gelen kızıma pencereden bakmak.

ÖĞLEN SESSİZLİKLERİ

■ Kitapta anne-çocuk ilişkisi bir yana, bir de çocukken yaşananların, hatta genel anlamda yaşananların unutulamaması işleniyor. Çocukluğunuzdan kalan en kötü hikâyeniz nedir içinizden hiç çıkmayan?

Evde bir sessizlik olurdu. Öğlenleri özellikle. Güneşte pırıl pırıl yanan sessiz bir ev. O sessizliğin içinde olmak beni kimi zaman ürkütürdü. Böyle bir can sıkıntısı hatırlarım. Romandaki çocuğun söylediği gibi, ben de en çok annemi severim. Yazdığım dehşetli şeylerin hiç birisini yaşamadım. Annemin çok gençken geçirdiği bir depresyon beni üzmüş, endişelendirmişti. Belki başkalarının acılarına bakmayı o zaman tecrübe ettim.

Annem geçirdiği ağır depresyonu yendi, sağlığına kavuştu. Ben bütün evlerin içinde kederli dertli kadınlar olduğunu düşünürüm. İnsan bazen kadın ve çocuk olduğu için yenik düşüyor. Benim romanlarım kimsenin görmediği bilmek ve duymak istemediği acılara bakmak esasında. İnsanın en derininde yaşadıklarına, karanlık dünyasına.

■ Okurken rahatsız olduğum, dayanamadığım noktalar oldu. Ben okurken dayanamadım, siz nasıl dayandınız ya da dayanıyorsunuz?

Evet benim bütün romanlarım çok sert şeyler, ama bir şekilde de elden bırakılamayacak eleştirilerde denildiği gibi bir okuma şenliği. Dolayısı ile bu açıdan da bir mutluluk vaadi vardır. Yani elinizden bırakamadığınız bir kitap, bir şekilde sizi mutlu eder ama sarsması da ilginç.

Yazarken başka bir şey oluyor. Bir cerrah da insanların içini açıyor, dikiyor kesiyor, parçalıyor; sonra hayatta da o kapalı gövdelere bakabiliyor, o gövdeleri sevebiliyor. Ama içini gördüğü gövdeleri. Yazmak da bunun gibi bir şey. Benim içimden böylesi geliyor ve böylesi akıyor ama hayatta çok beceriksiz ve sarsak bir kadınım. Masamın başında bir gücüm var. Biz yazarların iki hayatı var ve müzmin yalancılarız.

SEZGİLERİM BENİ CADI YAPACAK KADAR GÜÇLÜ

■ Yazılarla hayatınıza bir duvar örmüyor musunuz?

Evet bir dünya yarattım. Başka bir alem yazı dünyası. Böyle bir marifetle dünyaya geldiğim için şükrediyorum. Düşünsenize bir oyun oynar gibi. Çocukken oyun oynamaktan kendinizi alamazsınız, yazmak da böyle bir hali var benim için. Ebedi çocukluk, sonsuz bir çocukluk. İşim garip bir biçimde masa başı, bütün bu dünyadan uzaklık ve kopukluk aslında. Yazarak hayattan kaçıyorum aslında. Kimi zaman hayatla baş edebilme gücümün olmadığını düşünürüm. O kadar sarsıcı romanları yazan bir kadından bu itiraf beklenmese de...

Herkes gibi olan hayatımda sarsak ve beceriksiz bir kadının tekiyim. Bir fikri savunmak ve ifade etmek konusunda cesurumdur. Ama anneciğimin dediği gibi “Fareden korkan bir çocuksun, bunları nasıl yazabiliyorsun...” Aynen öyle. Masamın başında büyüyorum ben. Sadece sezgilerimin beni cadı yapacak kadar güçlü oluşu sayesinde hayatta yol alabiliyorum. Kaldı ki yazarken de sezgilerime çok güvenirim.

ROMANLARIM VE BEN KUYRUĞUMDAN BAĞLIYIZ

■ Bundan sonra ne yapmak istiyorsunuz?

Bir kadının hikâyesini yazmak istiyorum. Ve bu zamanın romanını yazmak istiyorum. Hız, internet, para, farklı ilişkiler... Bundan önce bir de ailemin hikâyesini yazmak var. Ailem, 1894’te gelmiş İstanbul’a. Arnavut olarak gelmişler. Onların burada yerleşme, var olma hikâyeleri. Biraz da aslında Osmanlı’nın son mutlu çağları, birlik, beraberlik umudu, ll. Meşrutiyet’e uzanan bir hikâye düşünüyorum.