Her Romanımda Rol Alırım

Yeni kitabı geçtiğimiz günlerde yayımlanan Şebnem İşigüzel yazarak hayattaki beceriksizliğinin canına okuduğunu söylüyor


Her romanımda rol alırım    

Şebnem İşigüzel’in kaleminden kan, öfke, şiddet, gözyaşı ve irin aktı yine. Ormanda bir kız... Kurt avlayıp kafasının içini doldurarak milliyetçi arkadaşlarına hava atan ve kızkardeşine sürekli tecavüz eden bir ağabey... Kızından öldüresiye nefret eden ve onu Çocuk Kerhanesi’ne satan bir anne...

Mide bulandırıcı değil mi? Ama daha bitmedi; Taciz, tecavüz, kan, irin, gözyaşı, ağza alınmayacak binbir pislik ve kokuşmuş vicdanlar! Tabii bir de koca adamların eğlencesi olan küçük kızlar, bu “memleketin cehennemi”ni görmüş, kendi deyimiyle bir “Bağımsız Asker” ve Paşa’nın evlatlık alıp sonra unuttuğu pedofili Bekçi Amca...

Bahsettiğim tüm bu leş şeyler ve maalesef daha fazlası Şebnem İşigüzel’in son romanı Kirpiklerimin Gölgesi’ nin bana yazdırdıkları. Her sayfasıyla vicdanımızı kanırtan, okuru için için kanatan, kusan, mide bulandıran, lanet ettiren ve acıtan bir roman Kirpiklerimin Gölgesi...

Tecavüz, şiddet ve ağza alınmayacak bir sürü pislik... Ne tetikledi böyle bir kahraman yaratmayı ve bu romanı yazmayı?

Beni ne tetikledi? Biliyor musunuz en derininde hiçbir şey. Sadece geçen gün Yasemin Çongar’ın romanları, romancıları konu ettiği o güzelim yazısında dediği gibi: Romancı müzmin yalancıdır! Bir yanıyla yazmak çok metafizik bir şey. Neredeyse masaları havalandırmak, duvarların içinden geçmek gibi. Yani kıyısından köşesinden süzülmediğiniz, dokunmadığınız bir hayat, bir küçük kız, Çocuk Kerhanesi yakanıza yapışıyor ve size kelime kelime, cümle cümle romanı yazdırıyor. Garip ama böyle.

Orhan Pamuk, “Yazmak kızgınlığımı yatıştırıyor” demişti. Sizin için ne ifade ediyor?

Başka türlü nasıl yaşanır bilmiyorum. Yazabilmek gibi bir marifetle dünyaya geldiğim için çok mutluyum. Çünkü bu dünyanın insanı olabilmekle ilgili sorunlarım var. Herkesin kolaylıkla yaptığı, tereyağından kıl çeker gibi hallettiği şeyleri yaparken zorlanıyorum. Yapamıyorum. Nedir bunlar? Bir şeyi organize et Şebnem. Hayır. Telefon aç. Bu kadar basit şeyler. Yazarak hayattaki bu beceriksizliğimin canına okuyorum. Yaşamayı beceremediğim için yazıyorum ben. Bu sayede başka bir dünyada yaşıyorum. Kocam ve kızım olmasaydı münzevinin, yabaninin teki olur çıkardım.

Kaleminizden kan, öfke, şiddet, gözyaşı, irin akıyor... Bu romanı böyle şiddetle yazan Şebnem İşigüzel’i merak ediyorum...

Ne güzel. Ne içten bir soru. Ben de herkes gibiyim. Benim içimde de herkes kadar kötülük var. Ama yazarken başka bir şey oluyor. Kafamın içinde kocaman bir dünya var. Romanlarım benim zenginliğim. Ama size etten kemikten Şebnem İşigüzel’i anlatacaksam, isterseniz önce iyi huylarımdan başlayayım; hayatta kan görmeye dayanamam. Sakin ve sessiz görünürüm ama içimde fırtınalar kopar. Cadı gibi sezgilerim çok güçlüdür. Samimiyimdir. İnatçıyımdır. Kinciyimdir. Böylesi romanlara rağmen çok hassas ve sulugözümdür. Hafızam çok güçlüdür. Unutmam. Rüyalarım çıkar. Uykuyu severim. Ayaklarım kokar, burnum akar. Parende atabilirim. Hayatımda iki kere intihar etmeyi aklımdan geçirdim. İkisi de Çöplük’de ve Kirpiklerimin Gölgesi’nde kadın kahramanlarım için yazdığım gibi kendini apartman boşluğuna atmak şeklindeydi. Ruh halim sarkaç gibidir. Kararsız ve bir çocuk gibi zararsızımdır. Kolay kandırılırım. Radar gibi işleyen kafamı kilitlemek zor değildir yani. Kendimi avutmasını bilirim.

Roman “Annemi öldürdüm” cümlesiyle başlıyor ve roman boyunca bu cümleyi kuran kız bir yandan da “Ben en çok annemi severim” diyor. Kendini de öldürmeyi düşünüyor ama görüyoruz ki her şeye rağmen umut etmeyi de biliyor. Anneölüm ve kız-umut... Nasıl bir dörtgen bu sizce?

“Annemi öldürdüm ama katil değilim,” der romanın bir yerinde de. Küçük kızın bu cümlesi o günahkâr Talat Paşa’yı öldüren Ermeni gencinin sözüne göndermedir. Bazı katiller masumdur çünkü. Kaldı ki romanın sonu büyük bir sürpriz. Küçük kızın kendini öldürmeyi düşünüp her şeye rağmen umut etmesi benden ödünç aldığı hisler olsa gerek. Aslında anne olmak, doğurmak, hayat vermek. Ama öte yandan da anneler hepimizi usul usul zehirler. Kötülükle de yapmazlar bunu. İyilikle yaparlar. Yaptığınız eşleştirme çok doğru

“Bu memleketin Cehennemi”ni gören kahramandan bahsetmek istiyorum biraz da...

Evet, “Bağımsız asker,” kendisini böyle tanımlar bilirsiniz. Bu memleketin cehenneminde sönen hayat hikâyelerini bilmiyoruz. Basılan köyler, toplu mezarlar, tecavüzler, açlık, sürgün. Her iki tarafın hikâyelerine de bakmak lazım elbette. Mayınlı tarlalara sürülen zavallı mehmetçikler ve romandaki gibi kendisine “bağımsız asker” payesi vermiş psikopatlar. Bu toplum, ne sinemasıyla ne edebiyatıyla henüz bu memleketin cehenneminde yaşanan acılara vakıf olamadı. Birilerinin iktidarı için yaratılan cehennem pek çok hayat söndürdü. Romandaki o köpekli psikopat onlardan birisi. Bambaşka bir taraftan baktım.

Romandaki kız, ilk ve olay yaratan kitabınız Hanene Ay Doğacak’tan bahsediyor...

Kitabınızı neden o kızla karşılaştırdınız? Her kitabımda okuyucuya bu tatlı edebi oyunu oynarım. Romanda rol alırım. Bu numarayı romana yerleştirmek kolay değil. O kurgu dünyaya zarar verebilir. Hassas oranlı kimyasal bir işlem gibi. Hanene Ay Doğacak ve dolayısıyla ben bu romana güzel kaynadık. Çocuğun “O da bir zamanlar benim gibi bir çocuk olmalıydı,” sözüne kucak hazırladı. Kahramanımla hayat hikâyelerimiz çok farklı olsa bile bir zamanlar ben de çocuktum. Romanı o küçük kızın sesinden yazarken aslında kendi çocukluk sesimi araştırdım, buldum. Bilmiyorum belki de bunun selamlaşmasıydı bu.

Sizinle geçen sene “12 Eylül ve Edebiyat” üzerine konuşmuştuk. 12 Eylül sonrası Türkiye için “ Yalanlarla zehirlenmiş tarihine dört elle sarılan bir ülke” demiştiniz. Bugünü nasıl görüyorsunuz?

Resmigeçit devam ediyor ! Benim romanımın adı bu tarihe gerçekten çok uygunmuş. O pislik dağının üzerinden inip temizlenemiyoruz bir türlü. 12 Eylül enkazını çok daha önce temizlemeliydik. Yıllar önce Benim Cici Amcam, diye bir yazı yazmıştım Radikal İki’de. Orada halkın akın akın Babam ve Oğlum filmine gidip ağladığından söz etmiştim. Filmde baba oğlullarının öleceğini aileye açıklarken, “Bunu içeri aldıklarında işkence yapmışlar ya...” dediği yerde ağlıyorlardı. Kim yapmış, kimler izin vermiş, o zaman memleketi kimler idare ediyormuş? Filmdeki o genç adamı kim öldürdü ? Yakın tarihine sinemada gözyaşı döken halk, sinemadan çıkıp Kenan Evren ile karşılaştığında pekala sorabiliyor: “Paşam geçmiş olsun, kanseriniz nasıl ?” Halkın kafası bu kadar karışık işte. Bari şu darbecilerin anayasasından kurtulalım. Artık yüzümüzü usul usul demokrasiye dönelim değil mi?