Düğmeler ve bombalar - 23/09/2001

10 Eylül Pazartesi günü güneşli ve güzel bir gündü. Madam fıstık yeşili tayyörlerini giymişti. Beraberce Gümüşsuyu'nda Madam'ın çocukluk arkadaşı Bedriye Hanım'a gidiyorduk. Madam'ın bastonuyla tıkır tıkır, hızlı hızlı yürümesine şaşırıyordum. İnanın bu kadar hızlı yürüdüğünü bilmiyordum. Bu yüzden taksiye binelim demiştim. O da, "Oturunca kemiklerim kilitleniyor, binmek de inmek de dert oluyor, en iyisi yürüyelim" demişti. "Eyvah" demiştim içimden. Yolu yokuşa sürmemek için de Taksim'e çıkıp oradan Gümüşsuyu'na inmeyi kararlaştırdık. "Tayyörünün rengi ne güzelmiş" deyince Madam, fıstık yeşili tayyörünü sırf düğmelerini sevdiği için aldığını anlatmaya koyuldu. "Bak" dedi, "kristal gibiler". Gerçekten de düğmeler tayyörün kulplarından, yakasının muntazamlığından önce kendisini gösteriyordu.
Ağır ağır Gümüşsuyu İnönü Caddesi'nden indik. Tam Japon Konsolosluğu'nun önünde yüreğimi ağzıma getiren bir çığlık attı Madam: "Düğmem kopmuş!" Konsolosluğun önündeki Japonlar çekingenlikle yanımıza yaklaştılar: "Ne oldu hanımefendiler?"
"Düğmem" dedi Madam, "Düğmem kayıp".
"Düğmeleri için almış Madam bu tayyörünü. Düğmelerinin güzelliği için giymiş yıllarca bu çılgın renkli şeyi" dedim ben. "Öyleyse geldiğiniz yolları tekrar yürüyün. Gidin bulun zavallı düğmeciği" dedi Japonlardan birisi. Hayku (kısa dörtlükler halinde yazılan Japon şiiri) gibi konuşması karşısında büyülenmiştik.
Orada durup düşündük. "Ben" dedim Madama, "The Marmara Oteli'nin önünden geçerken, aşağıdaki pastanede oturan eş dostu düşünerek karnımı içeri çekmiş, sırtımı dikleştirmiş, burnumu havaya kaldırmış yürürken, tayyörünün üç düğmesinin de yerinde durduğunu gördüm" dedim. "O zaman otelin önünden buraya gelene kadar bir yerlerde koptu düğme" dedi Madam. Tam geri dönmeye karar vermiştik ki korkunç bir patlama oldu. İki küçük Japon adam samuray gibi kanat açıp üzerimize kapandı. Bütün kuşların havalanışını duydum. Çömeldiğimiz yerden doğrulduk. "Orada bir şey oldu" dedi Japonlardan birisi, "Bir bomba."
Düğmeler kopuyor
Geceyarısı New York'da yaşayan kuzenimin e-maili'ne cevap verirken ona Taksim'deki bombayı ve bu hikâyeyi anlattım. Tesadüflerden, rastlantılardan sonra çok ilgisiz bir şeyden, Madam'ın arkadaşı Bedriye Hanım'ın okuduğu Goethe'nin, Genç Werther'in Acıları'ndan söz ettim. Ben de okumuştum ama unuttum dedim. O romanı açık seçik nasıl hatırlayamadığıma şaştığımı anlattım.
Kuzenim 11 Eylül sabahı New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'ndeki işine gitmek için hazırlanırken benim yazdıklarımı hatırlamış. Zira ceketinin bir düğmesi düştü düşecek sallanmaktaymış. Ceketinin düğmesini sağlamlarken kendisinin de kolej yıllarında Genç Werther'in Acıları'nı okuduğunu ama şimdi hiçbir şey hatırlamadığını düşünmüş. O sırada uyanan kocası salona gelmiş ve sıradan bir soruyla tartışmaya başlamışlar. Kuzenim tartışmayı bırakıp çekip gidebilirmiş ama uzattıkça uzatmış. Tartışma, tekmelenen sandalyeler, yükseltilen seslerle bir kavgaya dönüşmüş. Kavga, kuzenimin "Ben senden ayrılmak istiyorum" demesiyle bitmiş. Sonra da işe 45 dakika geç kaldığını düşünmüş, evden çıkıp gitmiş. Yolda bir karar daha vermiş, gider gitmez istifasını verip İstanbul'un yolunu tutacakmış. İstanbul'a bir bilet almak için bir turizm acentasına girdiğinde yıllardır çalıştığı kulelerin artık olmadığını öğrenmiş.
Geçtiğimiz hafta İngiliz bir gazeteci Afganistan izlenimlerini yazarken "Afgan dağlarının tepesi çürümüş kemer tokaları, silah kabzaları, paslanıp ufalanmış üniforma düğmeleriyle dolu" diyordu. Amerika'nın güvenliği de efsanevi füze kalkanlarını çalıştıran bir düğmecikti herhalde. Ama teröristler söylenenler doğruysa en ilkel aletlerle, maket bıçağı ve bıçakla yeni bir yüzyılı başlattılar. Bütün stratejistler neler olacağına dair hikâyeler anlatıyorlar, yeni dünya düzenini tartışıyorlar. Kurduğumuz dünya, yarattığımız düzen ne kadar komplikeyse kişisel hayatımız ceketlerimizin, gömleklerimizin düğmeleri kadar basit. Açılıyor, kapanıyor, kopuyor, kayboluyor. Her şey tesadüf, rastlantı. Devrin Clinton değil Bush devri olması da, yeni başkanın kuşlardan çok füzeleri, bombaları sevmesi de tesadüf.
Genç Werther'in Acıları, Werther'in aşk acısı bombalarla, füzelerle gireceğimiz yeni dünya düzeni için nasıl lüks kalıyorsa zavallı düğmelerimiz, kişisel eşyalarımız, benliğimiz ve duygularımız da savaş karşısında düşünülmeyecek kadar değersiz olacaklar. Artık okuduğumuz, dinlediğiniz, sevdiğimiz her şeyi bize unutturacak kadar hızlı bir hayata adım atıyoruz.