Annemi Öldürdüm Ama Katil Değilim

katilic

Yazarlığa adımını attığı 20 yaşından beri okuyucusunun karşısına sert hikayelerle çıkan Şebnem İşigüzel, yeni romanında  11 yaşındaki bir kız çocuğunun başından geçenleri anlatıyor. Zihnimizde masumluk, saflık, güzellik gibi kavramlarla yan yana duran çocukluk, İşigüzel'in romanı 'Kirpiklerimin Gölgesi'nde kötülüklerle ve acıyla iç içe geçmiş durumda. Büyülü bir ormanda ve şifalı bir kaplıcanın yanında yaşayan; abisinden gittiği okulun hademesine kadar başına üşüşmüş erkeklerin altında ezilen, tecavüze uğrayan; annesi tarafından 11 yaşında geneleve satılan bir çocuk...
İşigüzel, romanı, geçen yıl kendisini Seviye Belirleme Sınavı (SBS)'na göndermediği için annesini silahla öldüren 11 yaşındaki kız çocuğu R.A.'dan yola çıkarak yazmış. Bir romancı olarak R.A.'yı anladığını söyleyen İşigüzel, karşı koyma gücü bulunmayan çocuğun çaresizliğiyle yüzleşmenin, toplumun kendisiyle yüzleşmesi anlamına geldiğini düşünüyor.

BAZI KATİLLER MASUMDUR
- Kitabınızda anlattıklarınızın ne kadarı R.A.'nın hikayesine ait?
Bu R.A.'nın hikayesi değil. Ama o zavallı kız bana romanın ilk cümlesini hediye etti; 'Annemi öldürdüm.' Çok etkilendim elbette olaydan. R.A.'nın hikayesini ben de herkes gibi gazetelerden öğrendim. Yakın zamanda birbiri ardına cinsel tacize uğrayan çocuk haberleri çıkmıştı. Benim romanımdaki kız çocuğu bir anlamda o çocukların hepsi. Anlattığım o karanlık hayatı yazmak için bile olsa görmedim. Gazeteci değilim, işim gerçekler değil. Benim işim hayallerle. Romancı müzmin yalancıdır çünkü.
- Böyle bir hikayeyi hayal etmek bile kolay değildir sanırım...
Bu romanda anlattığım kadar sert bir hayatı tecrübe etsem enkaza dönerdim. Gazetelerde istismar edilen çocuklarla ilgili haberleri okumaya dayanamıyorum. Gerçekle yüzleşmek her zaman acı verici oluyor. Ama edebiyatın asil dünyasında o acı gerçekleri ifade edebilme gücünü buluyorum.
- Romandaki çocuk, 'Annemi öldürdüm ama katil değilim' diyor. Bu romanlarda oluyor galiba yalnızca...
Roman size hayatı anlama gücü verir. Koskoca Vladimir Nabokov, Lolita'da bir pedofili yazdı. Oysa kendi halinde karısı ve oğluyla yaşayan bir adamdı. Yazı hayattan güçlüdür. Ve ben de böyle bir gücüm olduğu için mutluyum. İşte burada durduğunuzda annesini öldüren R.A. ile farklı bir bağ kurabilirsiniz. R.A.'yı anlıyorum. 'Annemi öldürdüm ama masumum' demesi gibi bazı katiller masumdur. Hiç kimse başkasının elinden ölümü hak etmez ama işlenen cinayetin arkasındaki hikaye o ölümden beter olabilir. Kendisini ihbar ettikten sonra, polisler de R.A.'yı anlamış olmalı ki o fena şeyin ertesinde onu sınava sokacak anlayışı gösterdiler.
- Kendi kızınızın da 11 yaşında olması romanınızı yazarken üzerinizde fazladan bir etki yarattı mı?
Evet, yazarken hem yazarlık dünyamda, hem evde aynı yaşta bir kız çocuğu vardı sonuçta. O yaşta bir çocuk dilini, ruhunu, aklın işleyişini, hayal dünyasını gözlemlemek açısından elbette faydası olmuştur. Kızım, ne yazdığımı bilmiyordu. Ama kendi yaşında bir çocuktan söz ettiğimi konuşulanlardan çıkarmıştı. O kız çocuğunu merak etti.

KIZIMA MASAL YAZDIĞIMI SÖYLÜYORUM
- Merakını giderdiniz mi?
Ona sadece kızın ayı hikayesini anlattım. Ayı postuna sarınıp uyumasını, küçük mucizesini, bebekken ayı tarafından kaçırılmasını. Bu defa bir kız çocuğuna masal gibi bir hayat kurduğumu düşünüp kağıt üstündeki çocuğu sanki biraz kıskandı. Kızımın romanlarımı okumasına çok var. Bakalım romancı annesiyle karşılaştığında neler hissedecek. Ben de bunu merak ediyorum. Ama o da biliyor ki ben onun ballı sütünü hazırlayan, onu çok seven annesiyim.
- Romanlarınızda sert hikayeler, katiller, serseriler, itilmişler ve kötülük çoğunlukla ön planda. Genellikle karamsar mısınızdır hayatta?
Hayır, hiç karamsar değilim. Aksine kendimi teselli etmesini, avutmasını iyi beceririm. Kötü bir ruh halinden çok çabuk sıyrılırım. Hatta belki şaşırabilirsiniz ama gerçek hayatta neşeliyimdir.

YAZMAK KISA DEVRE  YAPMAMI ENGELLİYOR
- Neden 'güzel', neşeli hikayeler anlatmıyorsunuz?
Rahmetli edebiyat öğretmenimiz 'Ruh halinizi değiştiren roman, iyi romandır' derdi. Anna Karenina kendisini trenin altına attığında hüngür hüngür ağlamıştım. Tolstoy, bunun yerine bir 'iyilik' düşünseydi bu biz okuyucuları için kötülük olurdu hiç kuşkusuz. Yazarken elim kötülüğe gidiyor, doğru. Bir kalp cerrahı insanların içini açıp kalplerini çıkarıp onardıktan sonra nasıl hayata karışıyorsa, ben de romanlarımı yazdığım dünyanın kapısını kapatıp öyle hayata karışıyorum. Yazmak kısa devre yapmamı engelliyor.
- Romanlarınızda anlattığınız gibi sert hikayelere yakından bakmak, incelemek aklınızdan geçer mi hiç?
Vallahi ben dünyanın yedinci harikasının karşısına geçsem, ki hangisiyse o, ayakkabılarımı seyrederdim. Yazabilmek için o dünyaya fiziki olarak da girmenin gerekli olduğu şeyler olabilir. Ben bugüne kadar o ihtiyacı hissetmedim. Ama ormanda yürümenin ne demek olduğunu biliyor olmalıyım ki 'Kirpiklerimin Gölgesi'nde bunu anlatabildim. Yine de romanın fiziki dünyasını test etmeniz şart değil. Mesela ben 'Çöplük'ü yazarken gerçek bir çöplük görmedim. Ama kokusuyla, varlığıyla, çöplükte atış talimi yapan adamlarla, çöp dağının çıkardığı seslerle var edebildim. Romanlarımın taşıdığı bilgileri, hayatın akışında farkında olmadan ediniyorum elbette ama görsem böyle yazamayabilirdim.

YAZARLIK EĞİTİMİ BABAANNE HİKAYELERİNDEN
- 20 yaşından beridir yazıyorsunuz, yazarlığınızı neye borçlusunuz?
İnsanların marifetleriyle doğduğunu düşünüyorum. Güzel sesli bir çocuk olarak doğmak gibi. Ben de hayale meyilli bir çocuktum, yazı yeteneğimi doğuştan getiriyordum. Ancak onu beslemezseniz bir fal kehaneti gibi kalıverir. Öncelikle benim gibi hayale, yazıya ve kurguya gönül verenlerin yazdıklarına baktım. Çok okudum. Yazıya yetenekli bir çocuk için okumak daha başka anlamlar taşır. Gizli bir yazarlık eğitimi alırsınız. Bunun yanı sıra şanslıydım, her şeyi masal gibi anlatan kadınlar vardı etrafımda. Öncelikle de babaannem. Üç kuşak önceki anneannesinin İstanbul'a nasıl getirildiğini anlatışı hala kulaklarımda...
- Nasıl getirilmiş?
Babaannemin üç kuşak ötesi, kaçırılarak saraya getirilmiş. Masal gibi anlatırlardı, hala emin değilim bu hikayeden. Bir atın üzerinde tepetaklak getirildiğinden (sözün burasında 'Şükür ırzına geçilmeden' derdi babaannem) yüzü, gözü şişmiş. Bunu hasta diye saraya almamışlar. Sonra eczacı kalfası, almış evine götürmüş evlenmişler ama kalfanın öteki eşleri kıskanıp onu boğmuşlar. Güya gece gizlice yapılan bir deniz banyosu sırasında olmuş bu. Hemen ailenin karşı tarafından hikayenin öteki hali aktarılırdı. 'Hayır boğulmadı, karaya çıkıp aşığıyla kaçtı!' Böylece hikayeler dallanır budaklanırdı. Kime ve neye inanacağımı şaşırırdım. Hayal gücü böylesine geniş bir çocuğu o kadınların arasına bırakmak, alın size gizli bir yazarlık eğitimi...
- Gayet maceralı bir geçmişiniz var gibi görünüyor. Yazmak için aklınızı çelmiyor mu?
Evet, düşünüyorum doğrusu. Ailemin kadınları olağanüstüydüler. Erkeklerin de hakkını yememek lazım tabii. Neşeli, yemeyi içmeyi seven bir aileydi. Bir sonraki romanım için bana ilham veriyorlar. 1894'te şimdiki Arnavutluk'tan kalkıp İstanbul'a gelişlerini anlatmak istiyorum. Aynı zamanda 2. Meşrutiyet dönemini, bu topraklardaki son mutluluk halini. Çünkü sonra her şey tepetaklak oluyor. Temelde bir özgürlük, evlilik romanı olacak. Büyük ninem ve büyük dedemden ilham alıyorum ama onlara bambaşka bir hayat ve ruh hali yazacağım elbette.