Radikal Kitap, 15 Temmuz 2001

28 yaşın ustalık öyküleri

Şebnem İşigüzel edebiyat dünyasına "Hanene Ay Doğacak" ile girdi. "Öykümü Kim Anlatacak" ile yazmaya devam edeceği mesajını verdi. İlk romanı "Eski Dostum Kertenkele" adından çok söz edilmese de olumlu eleştiriler aldı. Uzunca bir süredir Radikal İki'deki yazılarından takip ettiğimiz Şebnem İşigüzel yeni öykü kitabı "Kaderimin Efendisi" ile iyi bir dönüş yaptı. Bu öykülerden sonra ondan rahatlıkla 'Öykünün ve yazının güzel efendisi' diye söz edilebilir. İşigüzel'in yazarlık vasıflarının dışında çok daha önemli özellikleri var; mütevazılığı ve hırslı olmaması.

Herkes sizi Hanene Ay Doğacak ile tanıdı. Aradan geçen zamanla bu kitap klasikleşti gibi. İlk kitabınızla ilgili siz, bugün ne düşünüyorsunuz?

Hanene Ay Doğacak'ı yazdığımda çocuk sayılırdım. Şimdi olsa yazamazdım. Yazmazdım değil, yazamazdım. Artık o cesaretim yok. Her ne kadar Hanene Ay Doğacak'da bütün tabuları bir vuruşta yıktıysam da o kitabın bir sihri vardı. O kitabı bütün kalbiyle seven bir kitle oluşmuştu. Çok sevilip hatırlanan kitabım.

Kaderimin Efendisi, ustalık öyküleriniz diyebileceğimiz kadar iyi. Bu kitaptaki öykülerde nasıl bu kadar sadeleşebildiniz, küçük şeyleri sıkıcı olmadan anlatabildiniz?

Ben hisleriyle yazan bir yazarım. Hislerimle yazdıklarımı bin kere kurup bozduğum öykülere, metinlere tercih ederim. Bu yüzden ustalık bana göre değil. Edebiyatta işin sırrının anlarda ve küçük sıradan şeylerde olduğunu hissettim. Sıkıcı olmama ya da akıcı anlatım Radikal İki'deki denemelerimle kazandığım bir şey. Çünkü o denemeler bir maratoncunun soluğunu açmak için yaptığı egzersizler gibiydi. Bana çok yararı oldu.

Kaderimin Efendisi'nde çok seçkin bir edebiyat okurunu bile yere çarpacak kadar hüzünlü öyküler var. Dozu çok iyi ayarlanmış bu hüzün ile okuyucunun ruh halini değiştirmek, dolayısıyla ustalığınızı sınavdan geçirmek mi istediniz?

Önceden yapılmış bir kurgum ve hesabım yoktu. Düşünerek değil hissederek yazdım. Zaten öyle yapıyorsam elimden iyi metinler çıkar. Kitabın öne çıkan birkaç öyküsünde belki yutkunabilirsiniz ama duyguyu ele vermeden bir şeyler anlatma derdine düştüğüm öyküler de var. İstanbul Yemiş Onu, Dimitri'nin Papağanı bütün sıkıntısına rağmen mutlu sonla bitiyor. Plajda ve Para isimli öyküler hiç de duygusal değil. Ayrıca muzipliğimi dizginleyemeyip o hüznü kırdığım noktalar da oldu.

Kitaba adını veren hikâyede karşımıza Mahsun Kırmızıgül'ü çıkartıp bir şarkı söyletmeniz gibi. Belki de ilk defa popüler kültürün bir ismi edebiyata bu kadar iyi yerleştiriliyor...

Evet Mahsun Kırmızıgül o öyküye çok yakıştı. Mesafesi iyi ayarlanmış bir kişilik oldu. Aklıma örnekleri gelmiyor ama bunun ilk olduğunu sanmıyorum. Belki Mahsun Kırmızıgül adı tesadüfen elimden çıktığı için o kadar yakıştı öyküye.

Bu ayakları yere basan, gerçekçi öykülerde inceden inceye aşk teması var. Ancak aşkın farklı hallerini ele almışsınız ve bunu çoğu zaman tek bir cümleyle başarmışsınız...

Gül ile Fikri benim de sevdiğim bir aşk hikâyesi. Aşkın, sevginin, emek vermeyi, hep sevmiş olma halini bu öyküde iyi anlatabildiğimi düşünüyorum. Bana kalırsa aşk en büyük kaderdir. Çoğunlukla aşk ve çok sevmek halinde düşülen durum insanın kaderi oluyor. Kitaba adını veren öyküde böyle bir durum var. Dertsiz Bayan Kuharik'de aşkın evlilik içinde aldığı hal ve belki. Doğuramayan Emine'de de aşk sizin dediğiniz gibi incecik geçiyor ve ondan başkalarının bozduğu bir şey gibi söz ediliyor.

Doğuramayan Emine'de bir fahişeyi olabilecek en ilginç yere, namuslu kadınlarla birlikte bir hastanenin doğumhanesine yerleştirmişsiniz. Genelevden kaçış hikâyesi, Üçlü Sebahat ile çok renkli ama finaliyle çok acı bir öykü...

Bir fahişe için doğumhanesinin ilginç bir yer olduğunun farkındayım. Ama bunu bir ahlâk tartışmasına zemin hazırlasın diye yapmadım. Emine'nin yolu doğumhaneye düştü. Ahlâk ve ahlâksızlık tartışmasını okuyucu kendisi yapabilir. Gizli kapaklı dünyalarda hep bir efsane, masal varmış, başka türlü orada yaşanamazmış gibi gelir bana. Üçü Sebahat de bu yüzden yerleşti o öyküye.

Zengin Bay Ronaldo'da öykünün sonunda çok korkunç bir gerçeği okuyucunun hayal gücüne havale ediyorsunuz. Bay Ronaldo'nun karısı Nilüfer'in başına gelenleri bize neden açıklamadınız?

Öykünün devam etmesini istedim. Ayrıca Ronaldo pek çok psikopat gibi doğal ve normal gözüküyordu. Bunu vermek zordu. Çoğu zaman okuyucuya bu adamın bir şeyi yok gayet iyi duygusunu vermek, tuzaklar kurmak durumundaydım. Polisiye bir şey olmasın ama sonunda bir muammayla burun buruna gelelim istedim.

Meşhur Cottarelli röportajından sonra kimsenin size bunların hepsi hayal mi diye sormaya cesareti yoktur herhalde?

Yazdığım her şeyin çoğu kurmaca ve hayal. Ayrıca Cottarelli ile gerçekten konuşsaydım sanırım bu kadar sükse yapmazdı.

Şimdi ne yazmayı planlıyorsunuz?

Yine Everest için özgün bir deneme kitabı hazırlıyorum. Kısa bir aşk romanı yazmayı düşünüyorum. Öykünün peşini ise bırakmayacağım. Aziz Nesin'in Türk edebiyatına kazandırdığı öykülerden sonra çok zor olsa da belki ilerde komik, trajikomik şeyler yazmayı denerim.